01.02.2023 - 08:28 | Son Güncellenme:
Aslı T. Esen,/ Enerji ve Sürdürülebilirlik Uzmanı/ 2022-2023 kışında yaşanması tedirginlikle beklenen enerji krizi, bu seferlik Avrupa’yı teğet geçmişe benziyor. Geçtiğimiz yazdan beri konutların donması, sanayinin durması olasılıkları konuşulur, odunkömür sobaları yeniden piyasaya girer, çıldıran enerji fiyatlarının hane halkları üzerindeki etkisini bertaraf için çare aranırken, son aylarda doğal gaz depolarının yeniden dolmasına ve spot piyasada fiyatların çarpıcı oranda düşmesine tanık olduk. Avrupa’da enerji piyasaları ve dolayısıyla ekonomik performans sarsılmadı denemez, ancak yaşanan deprem korkulan yıkıcılıkta olmadı.
Enerji piyasalarında bahar havası
Avrupa Birliği (AB) ve üye devletler düzeyinde karar alıcılar krizi görece hasarsız atlatma marifeti ve bu yönde aldıkları önlemlerin basireti için kendilerini ve birbirlerini kutlayadursun, krizin çok da derinleşmeden atlatılmasındaki en önemli faktör, kış aylarının görülmedik ölçüde ılık ve kuru geçmesi oldu. Haklarını teslim edelim, AB gelen krize karşı bir dizi önlem aldı. Kış mevsimine doğal gaz depoları neredeyse tamamen dolu girdi, sanayi üretiminde belli kısıtlara gitti, konutlarda enerji tüketimini dizginlemek için yoğun bir bilinçlendirme kampanyası yürüttü. Ancak kabul etmek gerekir ki, 2022’de Kasım ve hatta Aralık ayında Avrupa’nın birçok başkentinde hava sıcaklıklarının hala 15-20 derecelerde gezmesi, alınan tüm önlemlerin ötesinde hayrı dokunan bir mucize oldu. Bu gidişat, depolama dengesinde ibrenin, yani depolara gaz basma ile depolardan gaz çekme hızı arasındaki farkın, eksiye düşmesini alışıldık takvime göre bir aya yakın erteledi. Denge, Kasım ortasına kadar artıda kaldığı gibi, Aralık sonunda yeniden artıya çıktı. AB, 2023 yılına yüzde 80’den fazla depo doluluk oranıyla girdi. Depolar dolu olunca, Avrupa’ya yüksek talep beklentisiyle gelen LNG tankerleri yük indirecek liman bulamadı. Fiyatlar, 2021-2022 kışına damga vuran ve hatta yaz dönemine taşan rekor zirvelerin ardından yeniden çakıldı. Avrupa’da bu ara enerji piyasalarına da bahar havası hâkim. Türkiye’de de durum pek farklı değil.
Ocak ayı ortasında büyük kentlerde 15-20 derece bandında gezen sıcaklıklar, olağandışı olmakla beraber, olası enerji kısıtlarının önüne geçilmesine vesile oluyor. Ancak ne yazık ki, kutlama yapmak için henüz çok erken. Kısa vadede beklenen enerji krizinden kaçınmış olmamız, bize orta ila uzun vadede bağışıklık sağlamıyor. Hatta, mevcut görünümün orta ve uzun vadede iyiye işaret olmadığını söylemek bile mümkün. Bir adım geriye gidelim. Enerji krizi endişesinin temelinde, Kovid-19 salgını, AB yeşil dönüşüm politikalarının yarattığı yatırım belirsizliği ve enerji arztalep dengesi üzerindeki bozucu etkisi, bir de üzerine eklemlenen RusyaUkrayna savaşı ve yaptırımlar yatıyordu. Savaşın ardından kimi AB, kimi Rusya tarafından atılan adımlarla Rusya kaynaklı enerji arzını besleyen damarlar bir bir koptu. AB ve Türkiye’nin enerji arzında, başka bir kaynak tarafından doldurulması zor bir yer tutan Rusya, öngörülebilir bir gelecekte resme geri girebilecek gibi görünmüyor. Doğal gaz depolarının ABD, Katar, Avusturalya vb. menşeli LNG ile doldurulması elbette mümkün, ancak gerek teknik kapasite gerekse alıcılar arası küresel rekabet açısından belli kısıtlara tabi. Dahası, fiyatlarda görülen aşırı oynaklık ve bunun yatırım ortamına getirdiği ilave belirsizlik, piyasa bozucu etkileri daha da perçinliyor. Yani, AB’nin bu kışa depoları dolu halde girmiş olması, önümüzdeki kışlarda aynı önlemi hakkıyla alabileceğine dair bir vaat değil. Gözlemcilerin başlıca endişelerinden birisi bu.
İklimde kuraklık alarmı
Ancak konunun daha can alıcı bir bileşeni var. Sıcaklıkların bu derece yüksek ve yağışların seyrek seyretmesinin, iklim değişikliği açısından bir uyarı alarmı olduğunu düşünüyorum. Bu tehdit, kışı rahat atlatmanın bize yazın daha büyük bir zorluk olarak dönebileceğine, uzun vadede ise daha ciddi kısıtlarla karşı karşıya kalabileceğimize işaret ediyor. AB’de baskın olan fosil yakıtlardan kaçma niyeti, henüz gerçekçi alternatif enerji kaynaklarının varlığına bel bağlayabilmiş değil. Daha önce bu sayfalarda yazdığım üzere, enerji denkleminin güneş ve rüzgâr üzerine kurgulanması bana çok olası görünemiyor. Hidrojen, biyoyakıtlar ve metanol/etanol gibi yeni gelişen alternatif yakıtlar gerekli. Öte yandan, hidroelektrik de enerji denkleminde önemli bir yer tutuyor. Ancak tanık olduğumuz iklim koşulları, hidroelektrik potansiyelinin, artmak şöyle dursun, düşebileceğini gösteriyor. 2021 yılında yaşanan kuraklık, Türkiye’nin doğal gaz tüketimini 48 milyar metreküpten 60 milyar metreküpe, yani tam yüzde 25 oranında zıplatmıştı. Mevcut durumda 2023 yazında beklenebilecek kuraklığın etkisinin şimdiden dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Giderek daha ciddi bir olasılık halinde kendini dayatan uzun dönemli bir kuraklığın ise etkilerini de çözümlerini de kestirmek güç.
Karadeniz’deki keşif önemli
İklim değişikliği bizi enerji cephesinde çapraşık bir görünümle karşı karşıya bırakıyor. Bir yanda iklim değişikliğini yavaşlatmak için fosil yakıtlardan kaçınmaya çalışırken, diğer yanda tam da aynı nedenle fosil yakıtlara daha da mahkum oluyoruz. Son dönemdeki çoklu krizin Avrupa tarafında kömür tüketimini yeniden hortlatması iyiye işaret değil. Ben tüm bu resim içinde Türkiye’nin Karadeniz’deki doğal gaz keşfini önemli buluyorum. Türkiye’nin bugüne dek enerji arz güvenliği için kısmi olarak bel bağlayabileceği sadece yenilenebilir kaynaklarla pek de dişe dokunur kalitede olmayan yerli kömürü vardı. Buna şimdi yine kısmi de olsa doğal gazın eklenmesi çok değerli bir kazanım. 2023 yılında birinci faz üretimine başlayacağı bildirilen Sakarya Gaz Sahası Geliştirme Projesi, Türkiye’nin doğal gaz arzına birinci fazda görece ufak, ikinci faza geçişle beraber kayda değer boyutta katkı sağlayacak. Ülkenin doğal gaz gibi kritik bir enerji kaynağında dışa bağımlılığının neredeyse yüzde 100’den yüzde 70’ler düzeyine düşecek olması, enerji güvenliği bakımından kritik bir sıçrama. İzin verirseniz bir de gurbetçi bilmişliği yapayım. Türkiye’nin enerji tüketimiyle ilişkisini gözden geçirmesi gerekiyor. Benim yaşadığım Avrupa ülkesinde termostatlar genelde 18 ila 19,5 dereceye ayarlıdır. Kimi zaman, “Bugün kendimizi çok savurgan ve sorumsuz hissediyoruz, haydi bir hovardalık yapalım!” dersek, 20 dereceye çıkarırız. Mevsim kışsa, evde polar ceketle oturmayı, dizine bir battaniye örtmeyi kimse yadırgamaz. Türkiye’ye adım attığımız andan itibaren ise, kışın 25-28 derecede (fakat yazın 15-18 derecede) oturmayı hak bilen kıymetli yurttaşlarımızı görmek, açık söylemek gerekirse, beni şaşırttığı kadar kızdırıyor. 2010’ların başlarında dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız, evde kazak giyilmesini önerdiği için, ilerici (çevreci!) aydınlarımız tarafından tefe konmuştu. Oysa bence haklıydı. Halen hemen tamamını dışarıdan aldığımız bir fosil yakıtı böylesine bir savurganlıkla harcama lüksümüz yok.
Talep tarafında öğrenecek çok şey var
Arz-talep dengesinin sağlanması meselesi, ekonomi bilimine girişte ilk adımdır. Talebin arttığı yerde arzı artırmazsanız piyasada açık oluşur. Arzı artırma tarafında, fosil yakıtlara, nükleere, hatta hidroelektriğe yapılacak yatırımlara birçok kesim karşı çıkıyor, ancak mesele talebi düşürmeye, verimliliğe, tasarrufa gelince, milletçe direniyoruz. Halbuki bazen sağduyu Kaf dağının ardında olmuyor. Bu açıdan, ister enerji güvenliği, ister enerjinin sürdürülebilirliği anlamında, mucizevi ve yekpare bir çözüme inanmıyorum. Tüm dönüşüm parça parça, adım adım olacak. Arz tarafında başta yenilikçi kaynaklar olmak üzere ciddi atılımlar gerekiyor, ama talep tarafında da öğrenecek çok şeyimiz var. Haydi kazak olmasın, ama bari bir yelek giyin güzel kardeşim.