01.10.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
SERVET YILDIRIM - Geçen hafta Türkiye İstatistik Kurumu, “Hayat Tabloları, 2021-2023” istatistiklerini açıkladı. Buna göre doğuşta beklenen yaşam süresi, erkeklerde 74,7 yıl, kadınlarda 80 yıl ve Türkiye geneli için toplamda 77,3 yıl olarak belirlenmiş. Diğer ülkelerle karşılaştırmak için OECD ülkelerine baktım, aşağılardayız. Bizde 77,3 yıl olan ortalama yaşam süresi Japonya’da 84,5 yılmış. Japonlar bu konuda istisna olabilir ama diğerlerinde de durum çok farklı değil. Almanya’da 81, İtalya’da 83, Fransa’da 82,5, Güney Kore’de 83,1 ve ABD’de de ise 79,5 yılmış.
Uzun ömürlü olmak iyi ama bardağın bir de boş tarafı var. Bu ülkeler bizden hızlı yaşlanıyorlar. Türkiye’de 29-30 yıl arasında olan medyan yaş bu ülkelerde 40’lı seviyelerde. Türkiye’de 20 yaş altı nüfusun toplamdaki payı yüzde 32,5’ken diğerlerinde yüzde 20’nin altında bulunuyor. Hatta Japonya’da yüzde 12.
Bu rakamlar ve oranlar bize bazı gelişmiş ve zengin ülkelerde ciddi bir yaşlanma sorunu yaşandığını gösteriyor. 1974 ile 2024 yılları arasında, 65 yaş ve üzerindeki bireylerin dünya genelindeki oranı neredeyse iki katına çıkarak yüzde 5,5’ten 10.3’e yükseldi. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun tahminlerine göre 2024 ile 2074 yılları arasında bu oranın tekrar iki katına çıkarak yüzde 20,7’ye ulaşması bekleniyor. Yani her beş kişiden biri 65 yaşı aşmış olacak. Aynı dönemde, 80 yaş ve üzerindeki kişilerin sayısının üç katından fazla artacağı öngörülüyor.
Kalıcı durgunluk
Yaşlanmak ekonomiler için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Eskiden yaşlanmaya sadece gelişmiş ülkelerin sorunu olarak bakılırdı ama gelişmekte olan ülkelerde de nüfus hızla yaşlanıyor. Yani beklenen yaşam süresi arttıkça ve ülkelerde doğurganlık oranı düştükçe nüfus yaşlanıyor. Nüfus yaşlandıkça ekonomik büyümeler yavaşlıyor, hükümet bütçeleri üzerinde baskı ağırlaşıyor. Nüfus yaşlandıkça çalışanların oranı azalıyor, tüketim eğilimi fazla olan yaşlı nüfusun oranı artıyor. Bu durum, yani üreten sayısının tüketen sayısından daha hızlı düşmesi tüm ekonomiye ve topluma önemli bir maliyetler yüklüyor. Aktif olarak çalışanların çalışmayan yaşlıları desteklemek için yaptıkları katkı artıyor, bütçeler daha fazla sağlık harcaması, emeklilik maaşı ve sosyal destek yükü altında kalıyor. Yaşlanan nüfus ve yavaşlayan işgücü artışı gelişmiş ülkelerde kalıcı durgunluğa yol açma potansiyeli taşıyor.
Türkiye’nin önündeki fırsat
Türkiye ise bu konuda diğer ülkelere göre biraz daha şanslı bir durumda. Çünkü henüz onlar kadar yaşlanmadı. Bundan birkaç yıl önce Toplumcu Düşünce Enstitüsü’nün düzenlediği bir kahvaltıda bir araya geldiğimiz Profesör Daron Acemoğlu, Türkiye gibi henüz yaşlanmamış ekonomilerin önündeki fırsat penceresine dikkat çekmişti. Acemoğlu, “2030’lara kadar önemli bir fırsat penceresi var. Ama bu fırsata sahip ülkelerin kendilerini yeniden yapılandırmaları lazım. Demografik yapı değişiyor. Genç nüfusları var ama onlar da yaşlanmaya başlayacaklar. Bu demografik yapıda bir arbitraj imkânı var” demişti.
Fırsat penceresi var olmasına var ama bu pencere çok uzun bir süre açık kalmayacak. Türkiye bu dönemde yeni teknolojileri kavrayıp, yatırımları arttırmalı ve Batı ile olan teknoloji ve verimlilik farkını kapatmalıdır. Acemoğlu’nun o zaman dediği gibi burada kritik nokta erken davranmak çünkü Türkiye bu teknolojik yatırımları yapmadan yaşlanmaya başlarsa çok geç olabilir; fırsatı kaçırabilir.
Yaşlanmalarına rağmen doğru teknolojilere yatırım yaptıkları için büyümelerini sürdüren Almanya ve Güney Kore gibi örnekleri takip edelim. Büyük olasılıkla bir süre sonra bizim de başımıza gelecek olan yaşlanmaya, düşük teknoloji ve düşük katma değerli üretim ile yakalanmamalıyız. Türkiye’nin fırsat penceresinden yararlanabilmesi için hızlı bir dönüşüm sürecine girmesi şart. Bu, sadece ekonomik büyümeyi sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda toplumsal refahı da artıracaktır.