06.03.2022 - 07:26 | Son Güncellenme:
Oğuzcan Atış - Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - Rusya'nın Ukrayna topraklarına saldırısını tüm dünya diken üstünde takip ediyor. Çatışmaların nasıl son bulacağı henüz bilinmezliğini korurken Zaporijya Nükleer Santrali'nde yaşanan çatışmalar insanlığı tekrar merkezinde nükleer felaket bulunan senaryolara itti.
Rusya Devler Başkanı Vladimir Putin'in yaptırımlara karşılık olarak Savunma Bakanlığı'na Rus nükleer caydırıcı güçlerini özel savaş görevi durumuna geçirmesine yönelik verdiği emir nükleer savaş ihtimalini tekrar gündeme getirdi.
SANTRALİN BAHÇESİNDE ÇATIŞTILAR
Zaporijya nükleer santralinde yaşanan çatışmalar tüm dünya tarafından korkuyla takip edildi. Avrupanın en büyük santrali olarak kabul edilen tesiste yaşanacak bir patlamanın Çernobil faciasını geride bırakacak kadar büyük bir felakete sebep olmasından endişe ediliyor. Daha önce Zaporijya Nükleer Santrali'nde incelemeler yapmış olan Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü eski müdürü, emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Niyazi Meriç, çatışmaların eğitim amaçlı kullanılan yapılara yakın olduğunu belirtti ve "Eğitim binası ve reaktörler arasında uzak kabul edilebilecek bir mesafe var yani her türlü ihtimal düşünülerek inşa edilmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Fakat santralin atıkları dışarıda depolanıyor. Eğer atıkların olduğu alanda bir patlama yaşandıysa bu risk oluşturabilir" dedi.
'SANTRALİ VURMAK İNTİHAR OLUR'
Avrupa'nın en büyük nükleer güç santrali olarak bilinen tesiste yaşanacak olası bir kaza sonucunda Rusya'nın da büyük zararlar göreceğini belirten Meriç "Bu tarz bir savaş ortamında santralin çalışmasını durdurmak olası bir kazanın önüne geçilmesini sağlar. Rusya'nın bilinçli olarak santral içindeki reaktörleri vuracağını düşünmüyorum. Böyle bir durumda elbette tüm dünya etkilenir fakat Rusya daha çok etkilenir. Bu intihar olur" dedi.
Savunma Analisti Hakan Kılıç ise, "Rus güçleri burada santrali imha etmek gibi bir çaba içinde olamaz. Bu durumda Rusya da büyük zarar görür. Asıl amaç santrali ele geçirmek ve Ukrayna üzerinde baskı oluşturabilmek" ifadelerini kullandı.
UKRAYNA NÜKLEER SİLAH PEŞİNDE Mİ KOŞUYOR?
Rusya Devlet Başkanı Putin, geçtiğimiz günlerde “Ukrayna’nın nükleer silah geliştirme planı kabul edilemez. Ukrayna’nın nükleer silah sahibi olması Rusya için tehdit olur. Eğer isterlerse böyle bir şey yapabileceklerini biliyoruz. Sovyetler Birliği tecrübeleri var” şeklinde bir açıklama yaparak Rusya’nın bunu engelleme amacıyla Ukrayna’ya müdahale ettiğini belirtti. Bu açıklamanın ardından Ukrayna’nın böyle bir kapasiteye sahip olup olmadığı yönünde akıllarda soru işaretleri oluştu.
Savunma analisti Hakan Kılıç, Rusya'nın bu iddiasının işgale gerekçe oluşturmaktan başka bir geçerliliği olmadığını belirtti.
Kılıç "Türkiye dahil 3 ülkedeki reaktör inşaatı ile birlikte toplam 35 ülke var. Yani şu an 32 ülkede barışçıl amaçlarla işletilen nükleer santraller bulunuyor. 9 ülkede ise nükleer silah bulunuyor. Nükleer santral sahibi olmak sizin nükleer silah üretebileceğiniz anlamına gelmiyor. Rusya'nın bu iddiası ABD’nin 2'nci Körfez Savaşı'nda Irak’ı işgal etmek için kullandığı kimyasal silah argümanı ile aynı. Yani savaşa mazeret üretme çabası" dedi.
1994 yılında gerçekleştirilen Budapeşte Memorandumu'na dikkat çeken Hakan Kılıç, Ukrayna'nın bu anlaşma ile birlikte tüm nükleer cephaneliğini imha edilmek üzere Rusya'ya teslim ettiğini ve nükleer silahlardan arınmış ülke statüsüne geçtiğini söyledi. Kılıç "SSCB dağıldıktan sonra Ukrayna 5 bin nükleer savaş başlığına sahip oldu ve bu sayede bir anda dünyanın en büyük üçüncü nükleer gücü oldu. Daha sonra yapılan anlaşmalarla bu silahlar imha edilmesi için Rusya'ya teslim edildi ve Ukrayna nükleer silah sahibi olmayan ülke pozisyonuna geri döndü" dedi.
Ukrayna’nın Uluslararası Atom Enerjisi denetimine tabi olduğunu belirten Kılıç, “Ukrayna’nın sahip olduğu nükleer tesisler Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından denetleniyor. Eğer nükleer silah geliştirme çabaları olsaydı bu denetimlerde bu amaç ortaya çıkardı. Bu kurum hassas çalışan bir kurum mesela İran örneğine bakalım. İran nükleer tesislerinin denetlenmesini kısıtladığında veya bu denetimlerde uranyum zenginleştirdiği ortaya çıktığında ambargoya maruz kalıyor. Yani Ukrayna’nın böyle bir amacı olsa Rusya’dan önce buna ilk önce Batı dünyası karşı çıkardı. ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkeler artık kimsenin nükleer silaha sahip olmasını istemiyor. Daha önce boş bıraktılar Pakistan ve Kuzey Kore nükleer silah yaptı. Bu sebeple bu konuda oldukça sıkı hareket ediyorlar" ifadelerini kullandı.
'NÜKLEER SAVAŞ YOK OLUŞ DEMEK'
Nükleer silahların ateşlendikten kısa süre sonra tespit edilebileceğini belirten Hakan Kılıç "ABD dünya üzerinde ateşlenecek bir balistik füzeyi kısa sürede tespit edecek sistemlere sahip. Türkiye'de dahil olmak üzere birçok ülkede kurulmuş olan erken uyarı radarları var. İran tarafından ateşlenecek bir füze en fazla 2 dakika sonra Malatya'da bulunan erken uyarı radarına yakalanır. Yani ABD kendine yapılacak bir nükleer saldırıyı 3 ila 5 dakika içinde tespit edebilir. Rusya’nın ABD’ye fırlattığı kıtalararası bir balistik füze en fazla 20-25 dakika içinde hedefine ulaşır. Yani bu şu demektir: Rusya, ABD’ye ani bir füze saldırısı yaptığında füzeleri daha hedefine ulaşmadan Amerikan füzeleri de ateşlenmiş olacaktır. Yani bu savaşın bir kazananı yok" şeklinde konuştu.
Nükleer savaşın kazananı olmayacağının altını çizen Hakan Kılıç, tarihin ilk atom bombası geliştirme programının başındaki Fizikçi Robert Oppenheimer’ın bir sözüyle durumu özetledi: “Şişedeki iki akrebe benziyor olabiliriz. Her biri diğerini öldürecek güçte olabilir ama bunu ancak kendi hayatı pahasına başarabilir".
'NÜKLEER SAVAŞ İHTİMALİ ARTIYOR'
Nükleer savaş ihtimalinin her geçen gün arttığını belirten Hakan Kılıç "20-30 yıl sonra nükleer savaş yaşanması ihtimali bence çok yüksek. Yeniden başlayacak bir nükleer silahlanma yarışı bir kazaya sebebiyet verebilir ve dünyayı ateşe sürükleyebilir. Günümüzde hangi ülkenin ne kadar nükleer başlığa sahip olduğu konusunda resmi veriler var fakat bunların doğruluğu zaman zaman şaibeli olabiliyor. Kuzey Kore’nin 200’e yakın, İsrail’in 300’e yakın nükleer başlığa sahip olduğu düşünülüyor. Pakistan’ın da tahmin edilenden daha fazla başlığa sahip olduğu düşünülüyor. Resmi veriler daha çok büyük devletler için doğruluk değeri taşıyor. Çin’in sahip olduğu cephanelikte resmi veriler ile uyumluydu fakat Çin şu an yeni bir silahlanma programı başlattı. Muhtemelen yakında Çin’in daha fazla nükleer başlığı olacak” yorumunu yaptı.
ABD ve müttefiklerinin sahip olduğu anti balistik füze savunma sistemlerinin Rusya ve Çin'de karşılığı bulunmadığını belirten Kılıç, bu durumun tehdit algısı ile ilgili olduğunu söyledi. Kılıç "Rusya ve Çin hiçbir zaman Kuzey Kore, İran gibi ülkelerden balistik füze tehdidi algılamadı. Dünyada bunu yapabilecek bir ülke yok. Ancak İsrail sürekli olarak Hizbullah ve İran tarafından tehdit altında. ABD’nin Orta Doğu çıkarları İsrail ve diğer müttefiklerini korumak olduğu için bir balistik füze yapmak zorunda” şeklinde konuştu.
Hakan Kılıç, Rusya ve Çin'in nükleer caydırıcılık konusunda ellerindeki nükleer başlıkları kullandığını belirtti.
PUTİN NÜKLEER KOZU İLE NE DEMEK İSTEDİ?
MEF Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu da ilk etapta nükleer tehdidin kapsamının belirlenmesi gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Kibaroğlu, “Rusya’nın Ukrayna içinde belli hedeflere yönelik sınırlı sayıda ve düşük kilotonajlı nükleer silah kullanması mı kast ediliyor yoksa Ukrayna’da çatışmaların tırmanarak NATO’nun da dahil olacağı düşünülen bir savaş ortamından, Rusya ile ABD’nin karşılıklı olarak nükleer silahların kullanmaları olasılığı mı kast ediliyor? İlk önce bunu belirlemek gerekiyor" dedi.
Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu sözlerine, "Eğer burada ikinci senaryodan söz ediliyorsa bu olasılığın son derece düşük olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her iki taraf da elinde binlerce nükleer silah bulundurma yeteneğine sahip. Bu silahları çok iyi ortamlarda en güçlü saldırılara karşı koruma yetenekleri de var. Dolayısıyla böylesi bir nükleer savaşın kazananı olmayacağı bilinciyle tarafların ilk saldırıyı yapmaktan vazgeçmeleri beklenir" diye devam etti ve NATO ile Rusya arasında yaşanabilecek olası bir nükleer savaş ihtimalinin düşük olduğunu düşündüğünü de belirtti.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan art arda gelen nükleer açıklamaların ardından birçok kişinin aklına 1962 yılında yaşanan ve Küba füze krizi olarak bilinen nükleer kriz geldi. 13 gün süren Küba Füze Krizi insanlığın nükleer savaşa en yakın olduğu anlardan biri olarak biliniyor.
Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu şu an yaşananların Küba Füze Krizi döneminde yaşananlarla karşılaştırılmasının isabetli olmadığını ifade etti. Kibaroğlu, “Küba krizinde iki süper güç doğrudan karşı karşıya geldiler. Ukrayna’da ise ABD ile Rusya arasında askeri boyuta bir çatışma olasılığı bulunmuyor" şeklinde konuştu.
Küba krizi öncesinde ABD ve SSCB arasında askeri konularda kapsamlı ve derinlemesine müzakere yapma deneyimi olmadığını vurgulayan Kibaroğlu, “Günümüzde ABD ve Rusya Ukrayna’da yaşananlar sebebiyle birbirlerine karşı sert bir tutum takınıyor olsa da soğuk savaş döneminden bu yana silahsızlanma ve silahların kontrolü konularında uzun müzakerelerde bulunmuş, çok sayıda antlaşmalar imzalamış ve birbirlerini yakından tanıma fırsatı bulmuş iki ülke olarak karşımıza çıkıyorlar. Bu sebeple aralarında muhakkak hayati düzeyde önemli iletişimi sağlayacak kanallar mevcuttur ve kullanılıyor olabilir” dedi ve olası bir nükleer yıkım yaşanmasının önüne geçmek adına tarafların geçmişten ders çıkardığını söyledi.
'FÜZENİN HEDEFE ULAŞMA SÜRESİ MESAFEYE BAĞLI'
Nükleer silahların ateşlendikten sonra hedefe ulaşması için geçen sürenin hedefin uzaklığına bağlı olduğunu belirten Kibaroğlu, “Soğuk Savaş döneminde ABD ile SSCB arasında bir nükleer savaş olması durumunda kıtalararası balistik füzelerin karşılıklı olarak hedeflerine varış sürelerinin ortalama 20 dakika civarında olduğu hesaplanmaktaydı. Başka bir coğrafyada benzer sorunlu ilişki içinde olan Hindistan ile Pakistan arasında çıkması muhtemel bir nükleer savaş senaryosunda ise, birbirlerine komşu ülkeler olmaları sebebiyle reaksiyon süresinin en fazla birkaç dakika olduğu öngörülüyor” şeklinde konuştu ve reaksiyon süresinde mesafenin önemli etkenlerden biri olduğunu belirtti.
Nükleer başlığa sahip füzelerin tespit edilmesinin mümkün olduğunu dile getiren Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, bu yöntemleri, “Ateşleme öncesinde yapılan hazırlıklar uydularla görüntülenebilir. Ayrıca elektronik haberleşme ve sinyal istihbaratı da bu platformları tespit etmek için kullanılabilir. Ateşlenme aşamasında açığa çıkan yüksek ısı da bu durumun derhal tespit edilmesine sebep olur” şeklinde sıraladı.
'BİNLERCE NÜKLEER SİLAH VAR'
Günümüzde Rusya’nın 6 bin 300, ABD’nin 5 bin 500, Çin’in 400, Fransa’nın 300, Birleşik Krallık’ın 225, Hindistan ve Pakistan’ın 160, İsrail’in 100, Kuzey Kore’nin 30 kadar nükleer başlığa sahip olduğu tahmin edildiğini belirten Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, bazı ülkelerin nükleer cephanelikleri konusunda hâlâ net bilgiler bulunmadığını belirtti.
ABD ve Rusya’nın taraf oldukları antlaşmaların hükümleri gereği açıkladıkları bilgilerden dolayı kaç adet nükleer başlığa sahip oldukları konusundaki tahminlerin doğruluk payının yüksek olduğunu belirten Kibaroğlu, "Çin, Fransa ve Birleşik Krallık da zaman zaman yayınladıkları 'Beyaz Kitap' olarak bilinen raporlarla nükleer başlık sayıları hakkında bilgi paylaşıyorlar. Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore’nin sahip olduğu nükleer cephanelik hakkındaki tahminler belirli kriterler ışığında yapılan teknik hesaplamalara dayanıyor. Net sayı tam olarak bilinmiyor olsa da yapılan tahminlerin doğruluk payının yüksek olduğu düşünülüyor" ifadelerini kullandı.
İsrail’in bu konuda belirsizlik politikası izlediğini belirten Kibaroğlu, “İsrail, nükleer silahlarının ne varlığını kabul eder ne de nükleer silahı olmadığını açıklar. Bu sebeple akademik dünyada konu uzmanları tarafından yapılan tahminlerde oldukça farklı rakamlardan söz ediliyor ama tahminlere göre İsrail de 100 kadar nükleer başlığa sahip olabilir” dedi.
'NÜKLEER SİLAHLAR ARTIK ÇOK DAHA YIKICI'
16 Temmuz 1945 tarihinde ABD tarafından yapılan ilk nükleer denemede 16 kiloton (16 bin ton dinamitin patlatılmasına eşdeğer) enerjinin açığa çıktığı yönünde hesaplamalar yapılmış olduğunu belirten Kibaroğlu, “Bu aynı zamandan 6 ve 9 Ağustos 1945 tarihlerinde ABD tarafından Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan nükleer bombaların patlama gücüne denktir. Hiroşima’da patlayan bombanın gücünü tasavvur etmek için şu örnek verilebilir. Şehirlerarası yük taşıyan kamyonlara '10 tonluk kamyon' denir. Bu 10 tonluk kamyonlardan bin 600 tanesi bir araya getirilir ve her birine 10 bin kilo dinamit doldurulup hepsini aynı anda patlatılırsa açığa çıkacak patlama etkisi göz önüne getirilmeye çalışılabilir” şeklinde konuştu.
Günümüzde çok daha güçlü nükleer silahlar olduğunu belirten Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu “Maalesef zaman içinde hızlı silahlanma yarışı sebebiyle nükleer başlıkların gücü çok fazla arttı ve tek bir nükleer başlık, özellikle hidrojen bombası da denilen termonükleer başlıkların her birinin gücü yüzlerce hatta binlerce Hiroşima bombasına eşdeğer patlama gücüne sahip olabiliyor” sözleriyle nükleer silahların artık daha yıkıcı olduğunu vurguladı.
'KİMYASAL SİLAH, FAKİRİN ATOM BOMBASIDIR'
Nükleer silahların gündeme gelmesiyle birlikte akıllara felakete sebebiyet verebilecek farklı tipte silahlar da geldi. Bu konuda ilk sırada kimyasal silahlar bulunuyor. Kimyasal silahlar için "fakirin atom bombası" tanımlaması yapıldığını belirten Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, “Nükleer silahlar kimyasal silahlara göre hem daha güçlü hem daha prestijli silahlar olarak kabul ediliyor. Her iki silah kategorisinin bir arada kullanılması mümkündür ancak nükleer silahların yıkıcı ve öldürücü etkileri kimyasal silahlara nazaran kat kat fazla olduğu için bir arada kullanılması senaryolarına pek gerek duyulmamıştır" açıklamasını yaptı.
Rusya’nın kimyasal silahların üretilmesini, stoklanmasını ve kullanılmasını yasaklayan Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ne taraf olduğunu belirten Kibaroğlu, “Rusya bu sebeple elindeki kimyasal silahları imha etme işlemini 2016 yılı itibarıyla tamamlamıştır. Artık Rusya’nın elinde kimyasal silah bulunmadığına inanılıyor" diye de ekledi.