21.01.2023 - 06:36 | Son Güncellenme:
Derleyen: Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - Adolf Hitler 1933'te Almanya'nın başına geçtiğinde liderlik hayallerinden biri de bir Aryan ırkı yaratmaktı. Üstün ırk olarak gördüğü Aryan ırkını İskandinav soyundan gelen kişilerin oluşturacağını düşünüyordu. Nazi düşüncesinde İskandinav ırkı, milattan önce Kuzey Almanya ovalarında yaşadığına inanılan ve Proto-Aryanlar olarak adlandırılan kişilerden oluşuyordu. Mükemmel bir ırk yaratma fikrinin sonucu olarak özellikle 1930'larda Almanya ve Norveç'te tahminen 20 bin çocuk doğdu. Mükemmel Aryan ırkını meydana getirecek kişiler teker teker seçiliyor, birbiriyle eşleştirildikten sonra çocuk dünyaya getiriyorlardı.
'FÜHRER İÇİN NEDEN ÇOCUK DOĞURMUYORSUNUZ?'
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri sadık Nazi destekçisi olan Hildegard Trutz'tı. Hayattaki nihai hedefi yalnızca bir Aryan çocuğu dünyaya getirmekti. Hayatını adayacağı bu görev için 1933'te Alman Kızlar Birliği Bund Deutscher Madel'e katıldı. Her pazar gerçekleştirilen toplantılara büyük bir özveriyle katılan Trutz böylelikle çoğunlukla sarı saçları ve mavi gözleriyle hızla öne çıkan bir figür haline geldi.
"Sık sık mükemmel bir Aryan kadını olarak gösterildim. Uzun bacaklar ve gövdemin yanı sıra kalçalarımın yapısı çocuk sahibi olmak için mükemmeldi" diyen Hildegard Trutz, 18 yaşında okulu bitirdikten sonra Bund Deutscher Madel'in liderinden hayatını değiştirecek teklif aldı:
"Ne yapacağınızı bilmiyorsanız, neden Führer (Hitler) için çocuk doğurmuyorsunuz?Almanya'nın Aryan ırkının torunlarına çok ihtiyacı var."
ÇOK LÜKS BİR ŞATOYA YERLEŞTİRİLDİLER
Aldığı teklif karşısında heyecanlanan Trutz, sarışın ve mavi gözlü çocukların sayısını artırmak için devlet destekli bir programın geliştirildiğini biliyordu. Kulağa kendince harika gelen bu açıklamayı hayranlıkla dinledi ve hemen programa katıldı. 'Lebensborn' adlı bir program kapsamında ırksal olarak 'saf' kadınlar hamile kalabilmek için SS (Nazi Almanyası'nda koruma timi olarak geçen birlik) subaylarıyla bir araya getiriliyordu. Genç Trutz, bir dizi tıbbi testten geçmek zorunda kaldı. Kanında Yahudi geninden herhangi bir şey taşımaması gerekiyordu ve eğer sonuçlar temizse SS subaylarından birini çocuk yapmak için seçmesi gerekecekti.
Trutz, Almanya Bayern'de bulunan on dört kızın olduğu eski bir şatoya gitti. Şato lüks yaşama dair her şeyi içinde barındırıyordu. Burada spor ve çeşitli eğlence oyunları için ortak alanlar, bir kitapçı, hatta sinema bile vardı. Trutz, yaşadığı anları, "Yediğim en iyi yemeklerdi. Çalışmak zorunda değildik, şatoda çok sayıda hizmetçi vardı" diye anlatmıştı. Tesise varır varmaz hemen muayeneden geçti. Çünkü ailesinde herhangi bir kalıtsal hastalık olmadığını beyan etmek zorundaydı.
2 HAFTA SONRA BEBEĞİNDEN AYRILMAK ZORUNDAYDI
Toplanan bütün genç kadınlar, doğuracakları çocuklar üzerindeki tüm haklarından feragat eden bir belgeyi imzalamaları gerektiği konusunda uyarılmıştı. Böyle bir belgeyi imzaladıktan sonra Trutz ve diğer genç kızlar SS subaylarıyla tanıştı. Trutz onlardan etkilenmişti. Çünkü hepsi uzun ve güçlüydü, mavi gözleri ve sarı saçları vardı. Eş seçmeden önce kadınlar erkeklerle görüşüyorlardı. Birlikte kalede film izliyor, oyunlar oynuyor veya çeşitli etkinliklere katılıyorlardı. Kendileri için seçecekleri SS subaylarına karar vermek için yaklaşık bir haftaları vardı.
Kadınlar erkekleri gerçek isimleriyle tanımıyorlardı, isimsizlik Lebensborn programının ilkelerinden biriydi. Trutz, "Partnerimizi seçtiğimizde son adet döneminin başlangıcından itibaren 10. güne kadar beklemek zorunda kaldık" demişti. Her genç kadına ayrıntılı bir tıbbi muayene yapıldı ve ardından seçilen SS subayı kızın odasına gönderildi. İlk hafta Trutz, üç akşam üst üste SS subayı tarafından ziyaret edildi. Hemen hamile kaldı ve özel bir eve transfer edildi. Bebek doğduktan sonra onu iki hafta emzirdi ve sonra ondan ayrıldı, ardından da başka bir eve taşındı.
YAPTIĞINDAN ASLA UTANÇ DUYMADI
Trutz çocuğunu ya da çocuğunun babasını bir daha hiç görmedi. İlerleyen yıllarda rejim için mümkün olduğunca çok çocuk yapmak ve doğurmak istese de evlendiği genç bir subaya âşık oldu. Kocasına Lebensborn programına katıldığından bahsettiğinde tepki göstermemesine şaşırdı. Trutz çocuğuna ne olduğunu asla öğrenememişti. Yaptığı şeyden asla utanmadı. Bunu da, "Çocuğumun babası da ben de yaptığımız işin önemine tamamen inandığımız için hiçbir çekincemiz olmadı" sözleriyle dile getirdi.
ÇOCUKLARIN ÇOĞU KAÇIRILDI
Peki doğan çocuklara ne olmuştu? Lebensborn programındaki çocukların çoğu kaçırıldı. Polonya, Rusya ve Doğu Avrupa'da 200 bin çocuğun ailelerinden çalındığı ve Almanya'ya nakledildiği tahmin ediliyordu. Kaçırılan çocuklar ise en tercih edilenden edilmeyene doğru sıralanmıştı. Hitler'in genetik saflık düşüncesine uymayanlar toplama kamplarına gönderildi. Bu kalıba uyanlar ise yeniden eğitim kamplarına gönderildi. Bu çocuklara yeni isimler verildi ve daha önce hayatlarına dair her şeyi unutmaya zorlandılar. Eğer bir çocuk yeni kimliğini kabul etmezse öldürülüyordu. Oradan alınan çocuklar ya ideal Alman aileleri tarafından büyütüldü ya da kültürel olarak Alman olmanın öğretildiği yatılı okullara gönderildi. Kitlesel adam kaçırmaların talihsiz gerçeği, bu çocukların çoğunun savaştan sonra bile biyolojik ebeveynlerine asla geri dönmemesiydi.
Lebensborn çocuklarının çoğu bir tür sırları olduğunu bilerek büyüdüler. Sadece bunun ne olduğunu bilmiyorlardı. Son birkaç yılda bu çocukların çoğu bazı ipuçlarını takip ederek yavaş yavaş köklerini ortaya çıkardı. Lebensborn olmaktan gurur duyanlar az sayıdaydı. İçlerinden bir grup ise seçkin bir zümrenin parçası olduklarını hissettiler.
DÖVÜLDÜ, KÖLE OLARAK ÇALIŞTIRILDI
Savaş sonrası Lebensborn anneleri ise büyük bir damgalamayla karşı karşıya kaldı. Almanya'da kürtaj yasal olmadığı için, annelerin çoğu bu 'üstün ırk' bebeklerini SS'deki ailelere verdi. Bazı anneler çocuklarını yalnız büyütmeyi seçtiler ancak damgalanmamak için çocuklarının kökenleri hakkında yalan söylediler. Çoğu, çocuklarının babasının savaşta öldürüldüğünü söylüyordu.
Lebensborn anneleri savaş sonrası Almanya'da diğer bekar annelerden iki kat daha fazla damgalanmayla karşı karşıya kaldılar. Bunun bir nedeni gayrimeşru bir çocuğa sahip olmaları, diğeri nedeni de SS programlarına katılmalarıydı. Sorunlarla baş edemeyen anneler yaşadıkları psikolojik sorunlar sebebiyle alkole yöneldi. Savaştan sonra dışlanan bu kadınlardan bazıları da herkesin önünde dövüldü, köle olarak çalışmaya zorlandı.