Hatice Meryem’in "Sinek Kadar Kocam Olsun, Başımda Bulunsun" adlı kitabı bir ay gibi kısa bir süre içinde üçüncü baskısını yaptı. Ayyaşın, kapıcının, cücenin, imamın, kuryenin, marangozun, gardiyanın, kasabın, ince ruhlu bir adamın, emeklinin... 30 farklı erkeğin karısı olma hallerini 30 farklı hikaye ile anlatan Hatice Meryem evlilikteki aidiyet ilişkisi üzerinden aidiyet duygusunun yarattığı rahatsızlığı anlatıyor.
"Sinek kadar kocam olsun, başımda bulunsun" ne demek? Nereden buldunuz bu lafı?
Bu benim bulduğum bir laf değil. Annelerimizin, anneannelerimizin çok iyi bildiği, kullandığı bir söz. Benzerleri de var. "Erkek olsun çamurdan olsun" derler mesela. Erkeği yücelten bir anlayışı yansıtıyor. Türkiye’de birçok kadın büyürken bu tür sözler duyuyor: "Sinek kadar olsun ama senin olsun! ya da "Çaydanlık gibi kocan olsun, kulpu kadar hükmü bulunsun."
Size de anneniz, anneanneniz bu tür şeyler söyler miydi?
Hayır. Ben bu sözü ilk kez bir buçuk sene kadar önce bir arkadaşımın annesinden duydum. Arkadaşımla gece sohbeti yapıyorduk; çaylar, kahveler, sigaralar... Bu arada kocasından dert yanıyordu. O zaman annesi "Sinek kadar kocan olsun başında bulunsun. Yeter artık, şikayet etme" dedi. İlk o zaman duydum.
Ama bu söz ilginizi çekti...
Evet. Duyar duymaz bu lafa büyük manalar yüklediğimi söyleyemem ama üzerinde düşündüm. Bir tür açacak görevi gördü. Çünkü yaşadığımız coğrafyada evlilik kadın için bir mihenk taşı. Kadınların çocukluğu, gençliği evliliğe hazırlanmakla geçiyor. Sonra kadın bir erkeğin hayatına kolaylıkla eklemleniyor. Kendi kimliğinizi oturtmak, geliştirmekten ziyade, başka bir insanla birlikte davranış belirlemek çok ciddi bir problem.
Ve bir erkeğin karısı olmak bile yeterince zorken siz 30 farklı erkeğin karısı olmak üzerine 30 farklı hikaye yazdınız.
Evlilik birinin zimmetine geçmek, birini zimmetine geçirmek gibi bir şey. Ben çevremdeki kadın-erkek ilişkilerinde bu aidiyeti gördüğüm için, buna işaret etmek için böyle bir kitap yazdım herhalde. Tabii bunlar yazdıktan sonra düşündüğüm şeyler. Yazmak, "şöyle yazarım, şuna işaret ederim" diye planlanan bir şey değil.
Kapıcının, kasabın, ayyaşın... Kitaptaki erkeklerden birinin karısından bir yorum geldi mi?
Hayır, ne yazık ki hayır. Ben çok isterim; okuyucumun onlar olmasını o kadar çok isterim ki. Mesela bir kasabın karısının okuyup kendi hayatından bir şeyler bulmasını ya da "Hiç böyle değil" demesini gerçekten isterim. Keşke kitabım o evlerde olsa, okunsa...
Siz mizahçı Metin Üstündağ ile evlisiniz. Kitabı yazarken kendi evliliğinizi, bu evlilikte kişiliğinizin ne ölçüde baskı altında olduğunun muhasebesini yaptınız mı?
Evliliğin doğasından gelen bir ait olma durumu var; her evlilikte var. Ama bizim klasik anlamda karı-koca ilişkimiz yok. "Klasik ilişkimiz yok" lafı da klasik ama gerçekten öyle. Bizim Metin’le aramızda sıkı bir dostluk var.
Okul arkadaşı gibiyiz; hadi dergi yapalım, hadi sinema film çekelim, fotoğraf sergisi açalım diye hayaller kuruyoruz.
Bir mizahçının karısı olmak nasıl, onu yazmamışsınız.
Bir mizahçının karısı olmak oturup "Ben şunun karısı olsam nasıl olurdu?" diye kitap yazmak demek galiba.
Öküz öldü, 1 Şubat’ta Hayvan doğacakÖküz dergisinin genel yayın koordinatörüydünüz. Öküz kapandı. Şimdi yeni bir dergi projeniz var mı?
Var tabii. Dergiyi edebiyatın sahnesi gibi düşünüyorum ben. Hani tiyatrocular ‘Bir kez sahne tozu yuttun mu bırakamazsın’ derler ya, dergicilik de öyle. Yeni projemiz Hayvan! Bir aksilik olmazsa, 1 Şubat’ta piyasada olacak. Öküz’ün anafikri her katmandan insanın yazı yazabileceğiydi. Hayvan’da da her kesimden insan yer alacak.