Karadeniz ve Kafkasya’nın muhteşem coğrafyasının tam kalbinde yer alan Tiflis, hâlâ Sovyetler Birliği’nin izlerini taşısa da, 1991’de edindiği bağımsızlığın ardından Avrupa’ya açtığı pencereyle gelişme gösterdi. 2011’de yapılan anlaşmayla vatandaşlarımız Gürcistan’a kimlikle girebiliyor. Özellikle Tiflis ve Batum’da Türklerin açtığı ticari kuruluşlar ve orada kurdukları ilişkiler sayesinde rahat bir tatil geçirebilirler. Zaten Tiflis Havalimanı’na inmek, sizi karşılamaya gelen TAV şirketinin otobüsleri, Türk mimarisinin ve sermayesinin eseri olan havalimanı, misafirperverliğimizin göstergesi.
Gürcüler, ülkede çoğunlukta olmakla beraber, Azeriler ve Ermeniler de nüfusta önemli bir oranda yer alıyor. Kura Nehri, Tiflis’i ikiye ayırmakla beraber sosyal, ticari ve kültürel olarak gelişmelere de ev sahipliği yapıyor. Bu şirin şehrin tarihi mekanları da fazla. İlk akla gelenler; Sioni Katedrali, Metekhi Kilisesi ve 6’ncı yüzyılda inşa edilen Ançiskati Bazilikası’dır. Ayrıca Abanotubani bölgesinde yer alan ve kükürtlü sıcak sudan yararlanmak için yapılan hamamlar unutulmamalı. Rivayete göre birçok derde deva...
Ziyaret için çok sebebiniz var
Tiflis’i ziyaret etmek için sebep çok. Bunlardan birisi, uygun fiyata kaliteli ve Anadolu mutfağına yakın tatları yaşamak... Özellikle Karadeniz pidesine benzeyen Lazuri Khachapuri, hemen her yerde var. Bazen sorarak, bazen de istemeden masanıza getiriliyor. Oturur oturmaz, ilk önünüze gelen sürahide ev yapımı limonata oluyor. Bizimkilerden farkı, daha az şekerli olması ve içinde başka doğranmış meyvelerin bulunması.
Biz bu seyahatte restoran seçerken, az masalı aile mekanlarını tercih ettik ve bundan da hep mutlu olduk. En çok da yemek sonunda gelen ceviz macunlarından ve narlı ikramlardan memnun kaldık. Son gün gittiğim Kakhelebi, bizdeki Bolu gibi çok aşçı çıkaran, yemeği başarılı bir bölgenin ismini taşıyor. Büyük bir konağın kabul salonunu andırıyor. Masalar, koltuklar ve sehpalar her yerde; sanki evinizde yemek yiyorsunuz.
Başlangıçlarda gelen patlıcan salatası, narlı organik hardal soslu domates salatası ve lahana mezesi tanıdık lezzetlerdendi. Ara sıcak olarak ise tavada sebzeli dana yahni geldi. Fakat dana ızgara köfte, tek kelimeyle müthişti. Yanındaki soğanlı, narlı fileminyondan bile öne geçti. Bu arada bizim yabancı olduğumuz ve severek yediğimiz anlaşılınca şef Dato Zalishuili, masaya iki değişik tat gönderdi. Elde açılan hamurla yapılan iri, sussuz ve sossuz haşlama mantılar ve meşhur Sulguni peynirleri. Geç geldikleri için bunları maalesef sadece tadabildik. Sonlara doğru iki parça aldığım, ceviz kompostosunun tadını unutmayacağım. Yanında ıslak kek ve üzerindeki nar tanecikleri de hemen bitiverdi...