Geçtiğimiz haftaki yazımda Marakeş’le ilgili bazı bilgiler vermiştim. Bugün de sizlere diğer detayları ve lezzetleri anlatmak istiyorum.
İnsanlar, çoğunlukla hallerinden memnun görünüyor. Güvenlik sorunu, turistik bölgelerde hiç yok. Sokak başlarında gördüğümüz polis arabalarıysa, güven veriyor. Galiba ülkede düzene konulmamış tek konu trafik. Araba kullanırken, çok dikkatli olmak gerekiyor.
Alışverişi geçtiğimiz yazımda bahsettiğim Medina’dan yapabileceğiniz gibi, devlet kontrolü altındaki El Sanatları Merkezi bünyesinde ya da büyük mağazalarda da yapabilirsiniz. Bunların bazıları o kadar büyük ki, ucu bucağı yok... Turistler umumiyetle argan yağı, portakal esansı, zabunu (bir cins temizleme gücü yüksek sabun), sürme ve yüz kremleri alıyor.
Esnafla ciddi pazarlık etmek gerekiyor. Bunun yanında el işi sedef kutular, bakır objeler, hasır sepetler, babuş dedikleri deri pabuçlar ve ipek el yapımı dokuma kaftanlar alınabilir. Marakeş’de çiçek denince, akla gül geliyor. Otel odalarına çeşit çeşit bol miktarda gül vazosu konuyor. Restoranlarda ve Fas usulü süs havuzlarının içi gül yapraklarıyla donatılıyor.
Avrupa’dan daha etkileyici
Marakeş’in sembollerinden biri de Ali İbn Yusuf Medresesi... 1565 yılında Saadian Hanedanı tarafından yaptırılan bu medresede en önemli nokta, o yıllarda etrafında öğrencilerin toplandığı gençlerin, havuzdaki suyun ilhamıyla yetiştikleri bir yer olmasında. Bu eserin en önemli mimari özelliği, bütün duvarların el işlemesiyle kaplı olması.
Yeni şehrin en önemli binalarından biri de La Mamounia Oteli... Diğer bir değerlendirmeye göre bu otel, Afrika’nın en ihtişamlı, larından biri. Kapısında özel kıyafetli kılıç taşıyan muhafızlarıyla, bahçesinin tropik yüksek ağaçlarla kaplı olmasıyla ve süs havuzlarıyla mutlaka görülmesi gereken yapıtlardan biri. İçeri adımınızı attığınız anda, muhteşem bir el işçiliğiyle karşılaşıyorsunuz. Tüm duvarlar ve tavanlar Berberi usulü taş işçiliğiyle kaplanmış. Lobinin bulunduğu katta yer alan koridorda, dünyanın
sayılı moda markalarının dükkanlarına rastlayabilirsiniz. Hemen yanındaki otelin aynı ismi taşıyan İtalyan restoranında yer bulmak, biraz zor oldu. Dekorasyonu, menüsü ve personeliyle, Avrupa’daki birçok ünlü restorandan daha etkileyici geldi.
Sanat eseri gibi....
Başlangıçlarda safranla bezendirilmiş patates, çeri domates üzerine yerleşmiş ahtapot karpaçyo, muhteşemdi. Deneyip, beğendiğim diğer bir tat da pişirilmiş domates ve kızartılmış kapari çiçeği oldu. Sıcaklara gelince, bölgeye has bir makarna, öne çıkıyordu. Istakoz, kuşkonmaz ve çeri domatesle sunulan taglioni cinsi makarna hakikaten çok lezzetliydi. Şefimiz Adil, bu yemeğin Fas usulü yapıldığını söyledi. Ana yemekte dülger balığı denedim ve çok beğendim. Et tercih edenler ağır ateşte pişmiş dana inciğini (ossobucco) risottoyla deneyebilirler. Gerek başlangıçta sunulan ekmekler ve grissiniler, gerekse yemeğin sonunda kahveyle gelen çikolatalar, birbirinden lezzetli tatlardan oluşmuştu.
Ertesi akşam gittiğimiz Es Saadi Oteli’nin Fas restoranında uzun bir süre gözümüzü tavandan ve etraftan alamadık, her nokta ayrı bir sanat eseriydi. Başlangıç olarak Fas’ın vazgeçilmezleri olan patlıcan salatası, yoğurtlu ezme, kapya biber ızgarası, güllü domates reçeli ve argan yağlı bahçenin turpunu denedik. Arkasından 40 saat ağır ateşte pişen kuzu omuz çevirmeyi yedik. Daha ağzınıza aldığınız anda dağılıyordu. “Fas’a gelince tajin yenmeden dönülmez” dediler, ben de çekinerek sebzelisini denedim. Rahatlıkla söyleyebilirim ki bir daha Fas’a gidersem, onu bile denemeyebilirim. Ülkenin denizle bir bağlantısı olmasa da, balıklar gayet güzel. Hem çok taze hem de iyi pişiriyorlar.
Tatlılara gelince, minik Fas tartoletleri hemen masaya geliyor. Biz de yanına gül ve portakallı sorbe söyledik.
İşte bir Marakeş macerası da böyle geçti. Korkarak gidip hoş döndük. Giderken mevsimini iyi seçmek lazım, bir de otelinizi mutlaka yeni şehirden ayırın derim. Yeşili, tarihi, alışverişi ve yemeğiyle görülmeye değer.