Gemiyle seyahat, ilk günden beri hep ilgimi çekmiştir. Bu tip ilk gezimse, 1994’te bir Yunan şirketi tarafından kömür taşıma gemisiyken cruise haline getirilmiş bir gemiyle Yunan Adaları’na olmuştu. Çocukluk yıllarımda Ankara gemisindeki ilk İstanbul-İzmir yolculuğumda, annemin öğrettiği görgü kuralları orada geçerli değildi ama yine de o tarih için ilgi çekiyordu. Bu tip seyahatlerin kolay tarafı, yedi gün valiz ve pasaport derdiniz olmuyor, bir kart hepsinin görevini görüyor. Bir haftada en az 5-6 değişik noktayı, bazen 3-4 ülkeyi gezebiliyorsunuz.
Son yıllarda bu tip yolculuklar, popüler hale geldi. Bu konuda şu aralar lider Amerika, şirket olarak da Royal Caribbean Cruise Lines. Zaten grup çok yakında içinde 10 bin kişinin yaşayabileceği bir gemiyi inşa etmeyi planlıyor. Dikkat ettiğim husus, gemilerin genellikle Baltık ülkelerinde inşa ediliyor olması.
Ata’ya saygı duruşu
Yazın en popüler güzergâh Akdeniz, kışın Karayipler, şimdilerdeyse, yeni moda Küba... Biz de buna uyduk ve “Ver elini Küba!” dedik. Yolculuğun iki iyi tarafı vardı: Birincisi ve en önemlisi, gemimizin genel müdürü daha önce de beraber çalıştığım bir Türk genciydi. İlk defa dünyada bu kadar büyük ve 28 yıllık tarihi olan Majesty of the Seas gemisinin yolcuları, Hataylı İrfan Hürriyetoğlu’na teslim edilmişti. Çok yakında daha üst bir göreve gitmeden başarısına şahit olmak istedik. İkinci iyi tarafıysa, geminin Küba’da gece kalacak olmasıydı. Böylece iki gün gezebilecektik.
İner inmez doğruca cumhuriyetimizin kurucusu Ata’mızın büstünü ziyarete gittik. Aceleyle karanfil bulamadım ama oraya bırakılan çiçekler, çok duygulandırdı. O masmavi gözlere bakarak saygı duruşunda bulunduk. Zira o hiç ölmedi kalbimizde yaşıyor.
Havana’ya gidince büyük edebiyatçı Ernest Hemingway’in hayatının bir bölümünü geçirdiği, kitaplarını ve makalelerini yazdığı Floridita’ya da uğradık. Heykeli, büstü, resimleri ve eşyalarıyla kafe, daha çok bir müzeyi andırıyordu. Küba’daki evlerin neredeyse yarıya yakını harap, yıkık durumda... Her biri aslında birer mimari anıt olan yüzlerce yapıt olarak Havana sokaklarını süslüyor. Bir kısım restorasyon görmüş, bir kısmı da sırasını bekliyor...
Arabalara gelince, rahmetli anneciğimin 60 model Plymouth Savoy’unu görmek ayrıca mutlu etti. Üstü açık olanlar, ciddi paralara kiralanıyor. Bir kısmında İngilizce bilen hostesler bile mevcut.
Unutulmaz bir deneyim
Dünyada Chaine des Rotisseurs plaketini alabilmiş ilk gemi unvanına sahip Majesty of the Seas’den ayrılmadan bir gece önce sevgili İrfan ve executive chef Junior Downer ile yiyecek-içecek müdürü Sheldon Rodrigues, Türk misafirler onuruna bir şef masası düzenledi. Başlangıçta bebek roka yatağında taze kekikle bezenmiş karides ızgara geldi. Onu kremalı domates, mantar ve tavuklu erişte çorbasından oluşan üçleme takip etti. Değişik bulduğum tabaksa, didiklenmiş kuzu etli ravyoli oldu. Tatlıyı beklerken ödüllü şef Junior Downer yemeklerin anlatımını yaptı ve aynı anda masaya mini safranlı risotto yatağında branzino balığı arz-ı endam etti. Levrek benzeri, eti daha dolgun bir okyanus balığı olan bu lezzet, nefisti! Muhteşem bir tabakta gelen dövülmemiş bonfileninse sona kalmasına acıdım...
Şimdi gelelim en son lezzete; file bademle yapılmış, lale fincanda kırmızı orman meyveleri eşliğinde bir sorbe.
Son birkaç yıldır katıldığım etkinlikler içinde bu akşam yemeği, ilk sıraya oturdu. Aslında benim övüncüm, 40 yaşına girmemiş Hataylı bir Türk gencinin böyle başarılara imza attığını görmekti.