Avrupa’nın kenarda köşede kalmış, daha yeni yeni gözde olmaya başlayan destinasyonlarından birisi de İtalya’nın güneydoğusundaki diğer bir deyimle çizmenin topuğu sayılan Puglia Bölgesi ve başkenti Bari. Size biraz bu şirin ve buram buram tarih kokan 350 bin nüfuslu
şehirden bahsedeceğim.
En büyük özelliği dinamik bir limana sahip olmak olan bu şehirde her gün birçok şehre ve ülkeye yolcu ve yük gemileri kalkıyor. Aslında şehir, Roma dönemi sonrası Bizanslılar’ın eline geçmiş. 1841’de ise Araplar tarafından fethedilmiş, 1871’e kadar Abbasiler’in egemenliği altında kalmış. Fakat en önemlisi 19. yüzyıl başlarında Napolyon’un generallerinden Joachim Murat’ın yaptığı şehir planlaması sayesinde hep mutlu yaşanan ve tercih edilen bir bölge olmuş.Eski şehirdeki Aziz Nikola Bazilikası, San Salino Katedrali ve Şövalye Kalesi, en önemli ziyaret noktaları. Murat Mahallesi ise Güney İtalya’nın en önemli alışveriş merkezlerinden biri ve aynı zamanda birçok eğlence ve yeme içme mekanını barındırıyor. Aradığınız her markayı toplam üç cadde içinde bulabiliyorsunuz. Şehirde dikkatimi çeken bir diğer husus da, görkemli üç tiyatro binasına sahip olması oldu. Ancak görkem kelimesini yerine anıtsal desem sanırım daha doğru olur.
Balık, limandaki halde satılıyor. Çarşıda da bir iki balıkçı var, ancak herkes balığını halden, bizzat tutan balıkçılardan sabah 07.00-11.00 arası alıyor. Şehrin lokantalarında genel olarak ana menü; balık-pizza ve makarnadan oluşuyor. Sadece o bölgede üretilen ve daha çok Cabarnet üzümlerinden yapılan şaraplar revaçta, diğerlerinin fiyatı ise epey yüksek.
Şehrin en hareketli yerinde...
Şimdi gelelim eski şehirde kaldığımız pansiyona; dört katlı 1900’lerin başında inşa edilmiş, üç odalı bir aile işletmesi olan Mare. Terasını kahvaltı bölümü olarak kullanıyorlar. Hava 26 dereceyken bile kahvaltı yaparken zorlandık, çok daha sıcak olduğunda ne yapıyorlar merak ediyorum.
Her odaya ayrı bir karakter verip, ona göre dekore etmişler. Bu evin yüzyıllardır konuşulan bir hikayesi var. Efsaneye göre burada yaşayan Nikola isimli balıkçıyı eşi, her av dönüşü kırmızı bayrakla karşılarmış. Eşinin teknesi yaklaşırken çatıya çıkan kadın, bayrak sallarmış. Şimdilerde ise evi Giovanna ve kızı Laura çalıştırıyor.
Gelelim bugünün yeme-içme noktasına... Şehrin en hareketli meydanlarından Mercantile’ye gidip, en şık restoran olan Lagecchina’ya girdim. Bembeyaz masa örtüleriyle bizi karşılayan hanımefendi Madam Monica Cea. Kendisi mimar ve tarihi eser restoratörü ama anne mesleği olan aşçılığa merak salıyor ve sonuçta Bari’nin en güzel yemek yenen mekanlarından birini açıyor.
Mutfak ise son derece deneyimli bir şefin ellerinde. Dino Giannetti, bölgede yetişmiş okullu bir şef. İlk gelen tabak, ev yapımı kurutulmuş domates ve pesto sosla sunulan burrata peyniri. Tek kelimeyle nefisti. Arkadan gelen deniz ürünlü spagettinin içinde yedi farklı deniz ürünü ve balık saydım diyebilirim. Tabii bu tabağa lezzeti veren nefis bahçe domatesleri ve fesleğendi. Ana yemek olarak Bari balıklarını tatmak istedik. Barbun, istavrit, mezgit ve izmarit cinsi dört cins balık kocaman seramik bir tabakta geldi. Enteresan nokta şu ki, üç gün boyunca bizim balığımızı, bizim peynirimizi, bizim üretimimiz olan şarabı yiyin için diyen bir zihniyetle karşılaştık hep. Herkeste turiste bir şeyleri ücretsiz ikram etme telaşı hakimdi. Son gelen tiramisu glase ise hakikaten muhteşemdi. Bu tabağın formülü tamamen Monica’nın. Sonuçta Bari, tarih, doğa, temiz deniz, makul fiyatlarla alışverişin merkezi olmuş durumda. En enteresan olan da geceleri pansiyonun kapısının bile açık olması. İşte size Akdeniz’deki mini turizm cennetinden bir kesit.