Arnavutköy bir zamanlar İstanbul’un yeme-içme alanında önemli merkezlerinden biriydi. Bölgede daha çok zengin gayrimüslimler oturduğu için 1950’lerde sık sık kahvaltıya ya da yemeğe mekanlara giderlerdi. Nerelere mi? Sorunun cevabını Arnavutköy’de doğmuş büyümüş, hâlâ o havayı soluyan Hale Kıvrıkoğlu’ndan aldım. Kahvaltı Trifo’nun deniz kenarındaki mandırasında yapılırmış. Gün boyu da orada üretilen peynir, tereyağı ve özellikle de yoğurtları almak için çok sayıda insan olurmuş. Mahallenin ikinci önemli mekanı ise sütlü balığıyla nam salmış, Rum müziğiyle yapılan eğlencelere ev sahipliği yapan Rema Taverna idi. Arnavutköy’ün diğer sembolleri olarak; Kuyu Restoran, revani ve paskalya çöreğiyle ünlü Conker Pastanesiyle eski tip makinelerle kendi kahvesini çıkaran Atadur Kurukahvecisi olarak sayılabilir.
Bebek’in yolunu tutarlardı. Şimdi neden bu bilgileri sizinle paylaştığıma geleyim; zira bugün eski bir Arnavutköy Rum evinin restorasyonu sonucu açılan balık restoranından bahsedeceğim. 1980’lerde Altın Balık adıyla açılan bu yapı, daha sonraları dış cephenin muhafaza edilerek yenilenmesiyle bir dönem sosyete kıraathanesi olarak çalışan Arnavutköy Kahvesi daha sonra da Atlas Balık olarak Ertuğrul Pekgöz’le yoluna devam ediyor.
Şimdi gelelim birbirinden leziz başlangıçlara; atom fasulye pilaki, patlıcan salata, isteğe göre soslanan natürel karides, semizotu, hardal ve fesleğen soslu levrek marin özellikle lezzetli bulduklarımdı. Fırında kaşar peynirli sosla hazırlanan patlıcan, narlı tabule, mevsiminde sunulması gereken kabak çiçeği dolması ve kaya koruğu, çok yumuşak ama kıvamında bulduğum ahtapot salatası, torik bulunmaması nedeniyle iri palamuttan yapılmış az tuzlu lakerda denenebilecek iddialı lezzetlerdendi.
Balıkları tadamadım ama...
Ara sıcaklarda çok değişik bulduğum bir başka tat ise; uzun yıllar Körfez Restoran’da çalışmış olan, balık dünyasının kıdemli şeflerinden Servel Koç’un sunumuyla pazı yaprağında levrek sarma oldu. Bu tat için fikrim sosunun azaltılması ve o doğal, nefis tadın ön plana çıkarılması. Marinasyonu başarılı, yumuşak bir ahtapot tandırla ‘tüfek çıktı mertlik bozuldu’ misali Gaziantepli aşçıların duymaması şartıyla başarılı bir tat olan balık içli köfte de unutulmamalı.
Balıkları maalesef tadamadım. İstanbul’daki balık lokantalarının ortak hatası olan önce soğuk sonra da ara sıcaklar önünüze gelince balıklara bakmak pek mümkün olmuyor. Bu arada hemen söyleyeyim, mostralardaki balıklarda gerçek deniz balığı oranı biraz yükselmiş durumda. İnşallah önümüzdeki yıllarda daha uygun fiyatlara üç tarafı denizlerle kaplı ülkemizin gerçek lezzetlerinden olan balıkları yiyebiliriz.
Şimdi gelelim mutluluk veren tatlılara; çikolatalı sufle artık bir klasik, değişik bir lezzet arayanlara tavsiyem beyaz çikolatalı kestaneli sufle olacak. Bunu tercih etmeyenler ise dondurmalı irmik helvasını ya da kaymaklı ekmek kadayıfını denemeliler.
Bu mekanın ortağı ve yöneticisi Erol Karagöz’den de bahsetmek istiyorum. Karagöz,
13 yaşından beri mesleğin içinde bulaşıkçılıktan müdürlüğe kadar her kademede çalışmış gerçek bir beyefendi. Bütün akşam boyunca kendisini izledim ve tek hedefinin misafirlerini mutlu etmek olduğunu gördüm. Gittiğinizde kendisiyle tanışıp, izlemenizi tavsiye ederim. Kanlıca’daki Körfez Restoranı sevdiren Servel Koç’un en özel yemeklerinden olan Portekiz usulü levreği ve dil sufleyi bir dahaki gidişimde mutlaka tadacağım. Tabii asıl başarı, bu ekibi birleştiren ve ruhu veren Ertuğrul Pekgöz’e ait.