"Sana dün tepeden baktım Aziz İstanbul!” demiş büyük şair Yahya Kemal Beyatlı...
Geçtiğimiz günlerde bir tadım daveti dolayısıyla gittiğim Galatasaray’daki Los Altos’un güzel İstanbul manzarasından o kadar etkilendim ki, aklıma bu dize geldi... Terastan baktığımda gördüğüm ilk eser, 1869 yılında inşa edilmiş, halk arasında Fransız Sarayı diye anılan Fransız Büyükelçiği, hemen arkasındaki Palais de Venise diye bilinen İtalyan Konsolosluğu ve İtalya Lisesi oldu. Çevrelerindeki küçük küçük birçok eski İstanbul malikanesi, çatıları, kuşlukları bile bugünkünden farklı. Onlar göze daha hoş ve estetik geliyor tabii. Zaten İstanbul’un bozulmamış ve mecburen korunmuş bir tek o bölgesi kaldı sanırım.
Yemeğe başlamak için masaya oturduğumuzda İstanbul’da sayısı çok da fazla olmayan Meksika restoranlarından biri olan Los Altos’un lezzetleri mi, yoksa eşsiz tarihi yarım-adanın manzarası mı daha güzel karar veremedim. Aslında öncelikle markanın kurucusu Deniz Çelikkol’dan bahsetmem gerek. Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunu olan Çelikkol, fotoğrafçılığa merak salmış, profesyonel dekor ve etkinlik çekimlerinde rol almış; daha sonra da bir dönem İstanbul’un bir zümresi tarafından tercih edilen bir kulübü işletmiş. Yolu bir gün New York’da tiyatro okuyan ablasıyla, Michelin rehberi tarafından tavsiye edilen bir restoran olan La Superieure’a düşmüş. Restoranın sahibi ve aşçısı olan Felipe Mendes’le tanışmış ve dost olmuş. Sonuçta bir gün bu ünlü Meksikalı şef, kendisini İstanbul’da bulmuş. Los Altos’un temelleri ve menüsü böyle oluşmuş.
Cipsleri kendileri yapıyor
Soğuk başlangıçlarda gözüm hemen benim için iyi bir Meksika lokantasının olmazsa olmazı olan seviçeye gitti. Karides, kişniş ve misket limonuyla hazırladıkları bu tabak, son derece lezizdi. Arkasından yine çok tercih edilen yöresel bir tat olan bonfileli Quesadilla’yı tattım. Eti ve sebzeleri kıvamında yanında gelen, ülke halkının çok kullandığı esasında salsanın pişirilmemiş versiyonu olan pico de gallo sosu da son derece iyi yapılmıştı.
Bir başka favorim olan ve Meksikalıların o güzel mısır unuyla yaptıkları cipslerini Los Altos da kendisi üretiyormuş. Bu güzel cipsin yanında gözüm hemen iyi bir guacamole sos aradı. Temelde soğan, avokado, kişniş ve lime ile yapılan bu sosa, jalapeno da eklenmiş. Bence soğanı azaltılıp kişniş oranı artınca daha da güzel oluyor. Menüdeki çok çeşitli tacodan, karidesli olanını seçtim. Paprika ile soteledikleri karides gayet hoştu.
Ana yemek olarak yediğim tabağın adı alambre idi. Salsa sosla pişmiş bonfileler, soğan ve renkli biberlerin üzerine isteğe göre domuz bacon da konabiliyormuş. Yanında acılı Meksika pilavı ve siyah fasulyeden yapılan püre de unutulmamış. Son olarak dünyanın neresine giderseniz gidin, yoğun tarçın kokusuyla herkesi kendisine çeken bir sokak lezzeti olan Churros’dan tattım. Güzel kızarmıştı ve gayet lezzetliydi.
Tabii bu yemek kültürünün en vazgeçilmezi kokteyller. O konuda da yiyecek-içecek sektörünün uzmanlarından Okay Güney danışmanlık yapıyor. Ayrıca bardan sorumlu Coşkun Ergin, meyve suyu bazlı sunumlarda fark yakalamış. Müzikler bir Meksika vatandaşına emanet. Estefania Sierra, hem misafirlere danışmanlık yapıyor, hem yemekleri test ediyor, hem de DJ’lik yapıyor. MSA mezunu genç bir şef olan Selin Ergen’i de unutmamak lazım. Ergen, lisanıyla, kültürüyle, yaratıcı gücü ve de el becerisiyle dikkat çekiyor.
Deniz Çelikkol, menüsünde kullandıkları ürünleri Meksika başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden getirtiyor. Gördüklerim, insan işini severse, doğruluğuna inanırsa elbet başarılı olur dedirtti.