Ne bir siyasi partide dostum, ne bir şirkette yakınım, ne de para babası bir sevgilim oldu. Bana kimsenin yapmadığı kıyağı yaparak, yolumu açan en iyi dostum blogumun kapısına kilit vurdular
Bundan dört sene önce eski sevgilime hırslanarak açtığım internet günlüğüm, aldı benim hayatımı evirdi çevirdi bambaşka yerlere taşıdı. Öğrencilik hayatı bitmiş, sırf sevdiğim adam o şehirde yaşıyor diye Ankara’da kalmış, orada iyi bir televizyon kanalında işe girmiştim. Sonrasında nişan yüzüklerimizi takıp, evlilik için gün saymaya başlamıştık ki gelecekteki lanetimin başlangıcı olarak ayrıldık. Ben tabii fındık beyinli, işi gücü bırakıp beş parasız baba evine döndüm.
Onca sene yalnız yaşayınca aile evine dönmek kolay olmuyordu, bir de aşk acısı çekiyoruz, rahat rahat ergen gibi odamda şarkı bile dinleyemiyordum. Sabah akşam ağla ağla kendimi mundar etmiştim. Ben bu şekilde ölüp ölüp dirilirken, adam kendine manita yapmış tabii, boş durur mu koca kafalı!
Allaaahhhh ben bir sinirlendim, vayyy sen misin bana bunu yapan. Ben unutmadan, beni unutamazsın; ben birini bulmadan, sen nasıl olur da bulursun diyerek kendi kendime cinnet getirdim. Sen daha dur bakayım, internette bana yaptıklarını bir bir anlatayım, seni Google da arayan kızlar okusun hemen vazgeçsin. Ya hatta dur ya, “Daha pislik bir şey yapayım seni cümle alaleme Elton John gibi göstereyim de gör” diyerek kendime bir internet günlüğü oluşturdum. Neyse ki sonra aklım başıma geldi de, bu işin davası var, adamın gelip beni vurması var diye, bundan vazgeçip, orayı kendi iç kırıntılarım olarak yayınladım.
Orada özgürdük, orası bizimdi
Her gün oraya ağlaya ağlaya yazıp durdum. Sonrasında “Abi bu kadar ağlıyorum da, hiç mi suçum yok benim?” diyerek, kendi hayatıma acıyan birinin bakış açısıyla değil, düz ve net iç sesimle yazmaya başladım. Hayatımda hiç görmediğim insanları yazdığı yazılar sayesinde tanımaya başladım.
Sonra hepimiz birbirimizin hayatına girdik, beraber kahve içmiyorduk ama kahveyi şekersiz içtiğimi bilen bir sürü insan vardı. Birbirimize akıl veriyorduk, hepimiz bambaşka alanların insanlarıydık. Kimilerimiz aşk acısından öldü ölecekti, kimisi sadece teknoloji yazıyordu, kimimiz yemek tarifleri veriyordu, kimi siyaset yazıyordu, kimi seks anlatıyordu, kimi din, kimi de futbol... Hepimiz bambaşkaydık birbirimizden ama ortak noktamız blogdu. Orada özgürdük, orada bizdik, orası bizimdi, bize aitti.
Sokakta gördüğüm her şeyi gidip blogda yazmak istiyordum. Aklıma gelen sözler için not defteri bile almıştım, her şeyi not ediyordum, başıma gelen her şeyi oraya yazıyordum ve yazmadığım zaman düş sokağı sakinleri bunalımına giriyordum resmen.
Hepimizin üzerine çizik attılar
Sonra gel zaman git zaman en işsiz zamanımda, blog sayesinde bir ajansta metin yazarı olarak işe başladım, ardından olaylar çorap söküğü gibi geldi de geldi. Önce yazdıklarım kitap oldu, “Bir kişi bile almaz” diyordum ama an itibarıyla 12’nci baskıyı bulmuş durumda. Her neyse, ardından burada yazmaya başladım, düşünsenize bin tane CV yollayıp “Ne olur beni işe alın” diye yalvardığım gazetede bir bölümüm var artık.
Ve bana bunca kapıyı açmış, hayatımı tümüyle değiştirmiş Blogspot’a erişim engellendi. Bir elim, bir ayağım yok sanki. Maç yayını yapan birkaç blog yüzünden, hepimizin özgürlüğü elinden alındı. O blogları kapattırmak yerine, sorunu kökten çözüp hepimizin üzerine çizik attılar. Orası benim özgürlüğümdü ve şu an özgürlüğüm mahkeme kararıyla engellendi.
Yazının Norma’sı:
Büyük ihtimalle bundan beş sene sonra bilgisayarlarımıza sadece solitaire oynamak için gireceğiz, onu da ‘Kahvecileri Koruma ve Kollama Derneği’ şikayet etmezse.