Bu aralar rüyamda sürekli babamı görünce dayana-madık, kardeşimle beraber İzmir’e yanına gittik. Gitmişken de eski anıları şöyle bir kurcalayayım dedim
Öyle bir özlemişim ki o evi, kokusunu, yaşadıklarımı, eve girince direk, “Aptal mıyım ben ya, İstanbul gibi bütün paramı yola verdiğim bir şehirde yaşıyorum. Burada yaşasam ya ohh mis, babamın dizinin dibinde olurum hem” deyiverdim. Tabii iki gün sonra bu fikrim babamın “Sokak lambaları yanmadan evde olun!” uyarısı üzerine değişti, hayır onu da anlamıyorum, İstanbul’da fink fink gezerken sorun yok, eve gelince ‘çıkamazsın’ oluyor.
Öyle böyle dünyanın en huzurlu gününü geçiriyorum derken o eve gittiğim zaman yaptığım ilk şeylerden birisini yaptım, gittim eski değerli anılarımı sakladığım kutumu açtım. Aşk mektupları, ilgi çekmek için yazdığım fake intihar mektuplarım, yarısı kesilmiş fotoğraflar, karalanmış peçeteler vs vs. derken ilk black metal konser biletimi buldum.
Lisedeyken metalci bir çocuğa vurgundum. Çocuğun gözüne girmek için saçlarımı mavi siyah yapıp, sadece burnum gözükecek derecede ortadan ikiye ayırıyordum. Sevgi Yolu’ndan binbir tür gümüş takı alıp, her yanıma saçıyordum. Nasıl bir aşksa benimki çocuğun yanında Korn dinlerken, evde Sezen Aksu’yla acı çekiyordum.
Metalci gençlik
Hah işte bu çocuğun konseri olacaktı, manitayı boş bırakmak olmaz diye pıt pıt gittim bunun arkasından konsere. Yarı çıplak, ağızları burunları sahte kan, arrhhytrtrtrrr gibi garip sesler çıkartıyorlar, biz de orada kafamızı sallıyoruz.
Şimdi bir de o zamanlar bu satanistlik mevzuları revaçta, böyle habire televizyonda, siyah giyen bir çocuğu çıkartıp bir şeyler itiraf ettiriyorlar. Teyzeler, uzun saçlı erkekleri şemsiyeyle kovalıyor, sürekli efsaneler dolanıyor, “Bir kız varmış kedi ciğeriyle odasına lamba yapmış”, “Muratlar, oğlak burcu, bakire kız arıyormuş kurban için”, “Ohh şükür desene biz yırttık, yani şey, oğlak burcu değiliz” diye. Bu muhabbetler dönüp dururken tabii metalcilik bir popülerlik simgesi olmuştu. Daha bir sene öncesinde, suratlarına bakmadığımız, “Bitli ayol bunlar” dediğimiz çocukların peşlerine düşüvermiştik.
Bu durumlar olunca böyle konserler basılıyordu polis tarafından, bizim ki de basıldı. İnsanlar içeride telaş etmeye başladı. Az önce tanrıya, aileye, devlete isyan edenlerin hepsi “Babam görürse beni bi daha sokağa salmaz” diye ağlamaya başladı. 18’den küçüğüz, ortamda sadece alkol de yok, gündüz ama tek tek topluyorlar vallahi gözyaşlarına bakmadan.
Lerzan Mutlu kafası
Herkesi sıraya sokup kimliklerine bakarken, “Yapacak bir şey yok” dedim, bari tipim düzgün dursun, saçlarımı gözlerimin önünden çekerek kulak arkası yaptım, siyah batik tişörtümün üzerine hemen montumu sıkı sıkı kapattım. Gözlerimdeki iki kilo siyah kalemi sildim, dudağımdaki ciğer yemiş gibi ruju sildim. En şirin halimi takınarak dışarıya alınmayı bekledim. Sanki böyle oraya yanlışlıkla girmiş gibi, ‘aaa ne biçim insanlar’ bakışımla, inşallah walkman’imde Mustafa Sandal vardır umuduyla kimliğimi gösterdim adamlara. Sonra bir kamera geldi bizi çekmeye. İşte orada benim kafanın Lerzan Mutlu kafası olduğu belli oldu. Millet yüzünü göstermemek için uğraş verirken, ben salağı kameraya öpücük atmadığım kaldı. Bir işve, bir cilve Allah Allah, Televole var sanki karşımda. Öyle de mutluyum ki akşam ana haberde çıkacağım diye. Hatta böyle kendimce bayılıp daha mı ilgi çeksem, içeride kedi var diye atraksiyon mu yaratsam diye düşünürken, yanımdaki kız olayın farkına varmış olacak ki “Salak o polis kamerası” dedi. Benim de başlayamadan biten şöhretime içim gitti.
Sonra bir şey olmadı, hepimize akıl verip yolladılar, o çocukla da senelerce çıktık, ardından beni en yakın arkadaşımla aldattı. Şimdi de barın birinde Demet Akalın şarkıları söylüyor...
Yazının Norma’sı: Baba evi gibisi yok, dönüp dolaşıp kire pasa bulansan da büyüyüp adam olsan da salondaki kadife kaplı koltuğa oturduğun an dokuz yaşında oluveriyorsun.