Bilgi sahibi olmuşmuşum da bilmem ne de, yalana bak. Şu ofsayt geyiği bile dönüp duruyor, onun bile ne olduğunu bilmiyorum. Şike olmuş, maçlar hileliymiş, futbolcular suçsuzmuş, bilmem kaç milyar dolarlar götürülmüş bla bla bla. Konuşulanlar bunlar, benim anladığım ise “Anaa Aziz Yıldırım’ın eşi burnunu yaptırmış, kesin estetik o.” Bütün gün oturup olayları, tartışmaları izliyoruz ama yok yemin ederim yok, aklım basmıyor. Benim saatlerce mağazalarda kalmama, saçlarımı boyatmak için 10 bin kuaför gezip dolanmama, aynı eteğin farklı renklerini almama, dizilerde hüngür hüngür ağlamama aklı basmayan sevgilim gibi.
Beşiktaş metresi, bense fedakâr eşiyim
Kendisi Beşiktaşlı olan, sezon boyunca benimle birlikte vakit geçireceğine maçlara kaçan; maç günüyle buluşmaları aynı güne denk getirmeyen, ola ki çıktık, maçı seyredeceği bir kafe bulmak için çırpınan; hatta maç varsa benimle sevişmeyen, onun yerine kıllı böğürlü, baldırı çıplak 11 adamı izleyen sevgilim yıkılmış durumda. Beşiktaş çok aşık olduğu metresi, ben ise evde bekleyen fedakâr karısıyım. Metresi şimdi başka adam buldu gitti, o da yıkılıyor. Yani bu acı ancak böyle olur, başka türlü anlam yükleyemiyorum.
O Çarşı taraftarı yok mu
Zamanında, birlikteliğimiz tuttuğu takım yüzünden zedelenmesin diye beni, Beşiktaş maçına götürdü. Üstelik öyle böyle değil locadan izlettirdi. Loca denilen hadise çok önemliymiş, öyle söylüyor kendisi neyse minnacık bir balkondan tepeden izliyorsun işte. Ben aldım çerezimi, kolamı, kuru pastamı, oturdum izlemeye başladım. Bu arada yan tarafımda bir kız oturuyor, abi kızdan çok korkuyorum. Şu kadınların maç sevgisini külliyen yalan, abartı bulan biriydim. Ama kızı görünce yok anacım, gerçekten bazı kızlar fanatik. Hatun bir koluna Beşiktaş yazdırmış, diğer kolunda kartal var. Sürekli çığlık atıyor, tezahürata katılıyor, kükrüyor yanımda garip garip şeyler yapıyor. Ben de çerez tabağındaki bademleri ayıklamaya çalışıyorum, döndü bana bir anda “Hangi futbolcuyu en çok tutuyorsun?” dedi. Aha, dedim şimdi zeytin ezmesini yedim. Adamların isimlerini bile bilmiyorum, kendimi dersini çalışmadan tahtaya kalkmış öğrenci gibi hissediyorum. “Ben hepsini seviyorum ya, hepsi benim canım” gibi saçma bir cümle kurdum. Sonra ben yine bademleri ayıklamaya çalışıyordum ki, kız benim kolumdan bir tuttu, bir başladı bağırmaya. Oturamıyorum, sevgilime bakıyorum “Beni kurtar” diye, o da oturmuş bana gülüyor.
İnsanlar çıldırmış, herkes nasıl senkronize, nasıl mükemmel bir şekilde uyumlular birbirleriyle. O Çarşı taraftarıyla resmen bir ülke daha fethedersin, o kadar coşkulular.
Yalnız bir şey var kimse maçı izlemiyor, herkes sadece yok Meksika dalgası, yok öbölö diyip kafa sallamacalar, yok el kol hareketleri. Yani maçtan çok milletin gözü amigoda. Ben oturayım diye hamle yapıyorum, hoop kız tutuyor oooooo diye baştan başlıyoruz. Sonra ben bir ısındım bu duruma, başımda şapka, elimde bir bayrak öyle çıktım maçtan, sokaklarda bağıra çağıra bir de. O kadar kaptırmışım kendimi, kaldı ki maç kaç kaç bitti onu bile bilmiyorum. Sonra ki haftalarda yalvardım durdum bi daha gidelim diye ama sezonun son maçıymış maalesef.
Şimdi ise onu böyle üzgün görüyorum ya, biraz da anlıyorum aslında. Aşk-ı Memnu’da Bihter öldüğünde de ben yıkılmıştım diyorum. Sonra bana bakıyor, “Maçtan bahsediyoruz PuCCa, hayattan, bir yeminden bahsediyoruz. Oyuncuların para karşılığı toplanıp, oynadığı sahte hareketlerden değil” diyor. Ben de işte ondan bahsediyorum, anlamıyor...
Yazının Norma’sı:
Dizüstü Edebiyat’ın son kitabı çıktı, çok eğlenceli, çok süper muhakkak okuyun derim. “Erkek dedikodusu” French oje ve T.B’nin bize öğreteceği çok şey var.