Bayram tatili nedeniyle Uludağ’a gitmek için ailesine özellikle de babasına dünyayı dar eden biri olarak yaptıklarımdan çok pişmanım
Ergenlik çağlarımın ortasındayım, her sabah kahvaltıda babamı çileden çıkartıp adama cinnet getirtiyorum. Sinirli, laf söz dinlemez, dünyanın üzerime geldiğini düşünen, hayatın onu lime lime ettiğini sanan salak bir bebeyim. Dokuz günlük bayram tatilimiz var ve nasıl bir okulda okuyorsam millet ya yurt dışına çıkıyor ya da bilmem ne tatil köyüne gidiyor.
Benim tatilimse halalarım ve babaannemle falan toplaşıp yemek yemek. Ergenliğin verdiği aşağılık kompleksiyle yalan attım millete, “İzmir’in havasından gına geldi, Uludağ’a gidiyoruz” diye. O sırada, hoşlandığım ama bir türlü açılamadığım, sadece bakışlarımın konuştuğu çocuk “Aaa biz de Bursa’da anneannemlerdeyiz. Kesin yanına gelirim senin” dedi. O an kafamda hemen bir Türk filmi canlandı: Beraber karlarda kayıyoruz, yuvarlanıyoruz, kartopu oynuyoruz, kıkırdıyoruz birbirimizi o kadar çok seviyoruz ki, hemen orada “10 sene sonra evlenelim” sözünü veriyoruz.
Kar sezonu değilmiş
Böyle hayallere dalmış, yatağımda Kenan Doğulu’nun, ‘Kurşun adres sormaz ki’ şarkısını dinlerken, babamın içeriden gelen “Hadi dombili prenses, yemeğe” sesiyle aşmam gereken bir konu olduğunu fark ettim. Babamı Uludağ’a gitmeye ikna etmem lazımdı. Yemek masasına oturdum ve “Ben bu bayram Uludağ’a gitmek istiyorum” diye söze girdim, sonrasında benimle dalga geçtiler tabii. Ben de her buluğ çağında genç kız gibi bu işin sonu tehdit diye düşündüm, önce çatalı yere attım, sonra da ağlamaya başlayıp, “Yeter artık, her sene babaannemlerdeyiz. Bizim de tatile ihtiyacımız var! Ben otele gitmek istiyorum. Herkes otel görmüş ben görmedim. Babamsan beni Uludağ’a götüreceksin! Eğer götürmezsen bir daha asla yüzümü göremezsin” diye odama gittim, kapıyı kilitledim. Yazık, adamcağız arkamdan gelmiş, kapıyı tıklatarak, “Bu mevsimde ne Uludağ’ı? Tamam seni başka yere götüreyim, hadi çık odadan” dedikçe ben çığlık atıyorum içeriden. “Keşke ölsem, ölsem de kurtulsam. Yeter artık hiçbir istediğim olmuyor bu evde” diye kendimi parçalıyorum, Peygamber sabrına sahip adam anlatmaya çalışıyor kar sezonu olmadığını.
Dalga geçtiler
Bayram sabahı oldu, gene klasik sülalecek kahvaltı olayına girdik babaannemlerde. Benim surat beş karış asık. Ne deseler bas bas bağırıyorum, sinir krizleri geçiriyorum evde. Orayı burayı tekmeliyorum, babaannem “Bu kızı hemen evlendirin, azmış kudurmuş şuna bak” diyor. Halamlar benden bıkmışlar, “Yaa bak zaten çirkinsin, bir de sinirlenince daha da çirkin oluyorsun. Sen sütyen mi taktın bakayım, aaa PuCCa sütyen takmış mercimeklerine” diyerek beni daha çileden çıkartıyorlar. Ama bana ne kadar çok kargaşa çıkartırsam o kadar hızlı sonuca ulaşabilirmişim gibi geliyor.
Nefretimi kustum
Tam dokuz gün boyunca, her gün ağladım, her günü zehir ettim babama, evdeki ilaçları saklayıp intihar ettiğimi düşündürüp adama küçük çaplı kalp krizi bile geçirttim. Sonuç, elbette beni götürmedi Uludağ’a. Ondan nefret ettiğimi milyonlarca kez bağırdım suratına, para kazanıp o evden gidip, bir daha yüzünü görmek istemediğimi de söyledim. Oysa sadece bana, “İstediklerin olmayınca, başkalarını suçlamak yerine, olduğun yerde mutlu olmayı öğrenseydin bu bayram tatilini güzel geçirirdin” dedi.
Bu bayram tatilini, o zaman bir kalemde harcadığım, sülale kahvaltısıyla geçirmek için yine aynı cazgırlıkları yapmak isterdim. Yeniden o yaşlarıma dönüp, şımarabildiğim tek insan olan babamdan milyonlarca kez özür dilemek isterdim. Hiçbir kahvaltı baba evindeki gibi olmuyormuş, en büyük otellerde bile...