Komşu çocuğa aşığım o zamanlar. Daha küçüğüz, yanıp tutuşuyorum. Ama öyle bir şey geldi ki başıma bir gün etkisini uzun süre üzerimden atamadım. Ölmek istedim hatta...
Ergenliğimin başlangıç devresindeyim; memelerim kayısı kıvamında sporcu sütyeni takıyorum, bacaklarımdaki sarı sarı tüycüklerin gitmesi gerektiğini yeni yeni kavramışım. Saçlarım ‘Bendeniz’ modeli, altımda da o zamanın genç kız simgesi buz mavisi boru paça Loft kot. Komşu oğlana da aşkımdan ölecek durumdayım, yazlıktan dönecek, onu balkonda bekliyorum.
Sabahın köründe geldiler bunlar, arabadan eşyalarını çıkartıyorlar. Yanık teni, siyah metalci tişörtü, saçlar hafif uzamış önüne doğru düşüyor bir yandan onları arkaya attırıyor, diğer taraftan gitarını omuzuna geçiriyor. İşte bu, benim küçük monçiçiler gibi sevimli aşkım bu! Hemen kendimi ve buz mavisi kotumu çocuğa göstermek için koştur koştur ekmek alma bahanesiyle indim aşağıya. Benim havaları bir gör, o nasıl afra nasıl tafra; zannedersin üzerime ‘Dolce Gabbana’nın kıyafetlerinden birini giymişim. Asansörden indim, bunlar bekliyor elinde eşyalarla. Göz göze geldik böyle onun gözlerinin benim şahane kotuma inmesini bekledim, inmedi. Onun yerine beni iterek “Çekil de şuradan geçelim be! Seni mi bekleyeceğiz saatlerce?” dedi.
Metal’e karşılık ‘Çelik’
O öyle hırçın ve serseriydi, sevgisini hiçbir zaman gösteremezdi o yüzden bu haşin tavrına ses çıkarmadım. Onun kalbinin bir pamuk şeker kadar tatlı ve pembe olduğuna inanıyordum. O zamanların tabiriyle tam bir metalciydi. Çaldığı müziklerden bütün apartman şikayet ediyordu, benim de başımı ağrıtıyordu ama hep bana bir mesaj vermeye çalıştığını zannediyordum. O aşağıdan ‘Korn’ çalarken, ben ona ‘Çelik’ten ‘Kim Daha Çok Seviyor” adlı parçayı gönderiyordum, Emel Sayın üzerine radyodan çektiğimiz şarkı kasetinden son ses açarak. Aramızda bir şey olduğuna o kadar emindim ki, o yüzden bana yavrusunu kaybeden ayı gibi carlamasına ses çıkarmadım. Bir baktım annesi elinde bir sürü valizle içeri girmeye çalışıyor, hoop hemen o yaşta olmama rağmen gelin genlerim devreye girdi. Ağzımı gevşete gevşete “Nermiiinn teyzaaa yardım edeyim” diyerek kaptım elinden valizlerden birini. Asansörü de benim çocuk açık bırakmış kapıyı bekliyor, içeri girerken kolu koluma bir değdi... “Allaaahhhhımm sana geliyorum” diye içten içe nasıl çığlıklar atıyorum.
Asansörde hüsran
Bu kadar samimi olmuşken aman bırakmayayım dedim. En dibe geçtim, bunlar da sıkıştırdılar önüme bir ton valizi bindiler ana oğul. Ben göklerdeyim; en büyük aşkımla, canısımla aynı asansördeyim, böyle kesip duruyorum sağdan sağdan onu, 10 sene sonra doğacak çocuklarımızın hayallerini kurarken drankkk diye asansör bir durdu. Kaldık içeride, hem de duvar tarafına denk geldik. Bizim asansörde o yıllarda her gün üç kez içinde insanları bırakmazsa rahat etmezdi. Önce böyle bir sevindim “Hobereyyy daha yakınlaşacağız” diye, sonra yavaş yavaş bunalmaya başladım. Asansör çok sıkışık, beni valizler sıkıyor, çocuk sürekli ergenliğin verdiği çılgınlıkla küfürler saçıp duvara tekme atıyor. Bir 10 dakika falan geçti bayılacağım ama dayanamadım çocuğa bağırdım, “Kes artık ya bir sussan indirecekler bizi ” diye. Döndü bana doğru, yemin ederim gözlerinin içindeki alevleri gördüm. Bir höykürmeye başladı, “Gerizekalı, sen zaten neden bindin bizimle! Senin yüzünden kaldık, yer mi vardı sanki, seni bir gömerim buraya” diye. Pıstım kaldım, sesim soluğum kesildi. Annesi bir yandan çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor, o minnacık alanda bana saldırmaya çalışıyor, aşağıda Yunus Amca’nın vik vik sesi geliyor...
Saldım gitti!
Ben artık dayanamadım stresten, korkudan ve kotun karnımı sıkmasından, saldım kendimi. Şırıl şırıl çişimi yaptım orada. Bacaklarımın arasından sıcak sıcak akarken, gözyaşlarım da gözlerimden süzüldü. Sonrası zaten uyuştum, annesinin “Üzülme kızım“ diye beni teselli etmesini, çocuğun ise acımasızca bana hâlâ bağırışlarını hatırlıyorum.
Asansörü indirdiler aşağıya sonunda, bütün apartmanın önünde çıktım buz mavisi kotum ve paçalarından akan çişimle. Eve geldiğimde ölmek istedim, haftalarca babaannemlerde yaşadım. Sonra her ergen gerizekalığı gibi bunu da unuttum. Hatta çocuk da unuttu. Ama yönetici Yunus Amca unutmadı, her apartman toplantısında bunu anlattı durdu.
Yazının Norma’sı:
İlk aşkımız Şeker Kız Candy’nin Terry’si olduğu için; serseri, duygularını belli etmeyen, aşık mı dost mu belli olmayan herifleri buluyoruz.