Yazın gelmesiyle binlerce yıllık geleneği bozmayarak, hiçbir işe yaramayacağını bildiğim halde diyet yapmaya karar verdim. Ama bu kez tek bir fark var, diyeti sevgilimle yapıyoruz
Erkek arkadaşımla alışverişe gitmekten daha kötü bir şey yok zannederdim, ta ki birlikte diyet yapana kadar. Allahım işkence gibi resmen, kendimi ayağı kırılmış at gibi hissediyorum. Ölesiye acı çekiyorum, öldürse de beni kurtulsam diye gözünün içine bakıyorum resmen.
Beyefendi bu aralar çok kilo almış, göbişi biraz çıkmış, tatile gittiğinde Rus kızlarına çok ayıp olacakmış... Zaten benim hayatım diyet yapmaya karar verip, onu bozmak üzerine kuruluyken beraber bu işin üstesinden gelebilirmişiz. Bir de kurallar koydu: “Şunlar, yasak”, “Bu saatlerde bunlar yenilecek” diyerek. İlk başta, “Heveslendi, iki gün sonra görürüm ben onu dondurmaları lop lop götürürken” dedim. Ama fena halde yanıldım. Adamın paçalarından irade aktı yahu, “Yemeyeceğim” dedi, yemedi resmen.
Ben ağlarken
Sabah kahvaltı yapıyoruz, bir dilim ekmekten başka bir şey yemiyor. Diyorum ki, “Bak kocaman adamsın, bir dilim ekmek neyine yetsin, kahvaltı adam gibi olmalı” ama herif yemiyor. Öğle salata, bilmem ne, akşam sadece zeytinyağlı. Saat altıdan sonra tövbe ağzına bir şey koymuyor. Ve hiç isyan da etmiyor işin garibi, ben resmen “Sufle!!!” diye ağlarken herifin umurunda değil. Acıktım lafını bile duymuyorum ondan. Sonra ben de utanıyorum acıktım demeye ya da ondan fazla yemek yemeye.
Hep yakalanıyorum
Elim ekmeğe doğru uzanıyor, göz göze bir geliyoruz, hemen bırakıyorum. Gizli gizli yemek yiyorum ve hepsini de yakalıyor. Nasıl hissediyor, ne yapıyor bilmiyorum ama gelip buluyor zulalarımı. Sonra da iki saat, “Canım, hayatım azcık sabredeceksin sadece. Yani yesen ne olur o çikolatayı, yemesen ne olur? Yapma bunu kendine, hem sağlıksız besleniyorsun, bedenine yapma bunu hadi canımın içi. Hadi prensesim bırak o çikolataları hadi” deyip beni sinir ediyor. Sonra iki saat ağlama krizine giriyorum, “Sen beni sevmiyorsun işte, çikoyum diye beğenmiyorsun” diyerek.
Sabah sporu
Bir de spor olayımız var ki, bu gerçekten işkence. Bulaşık yıkamak benim için en ağır aktivitelerin başında gelirken, çişim geldiğinde, biraz daha bekleyeyim de toplu çıkarım derken, 200 metre ilerimizdeki markete bile taksiyle giderken, asansör bozulduğunda merdiven çıkmak yerine oturup tamirciyi beklemeyi tercih ederken şimdi koştur babam koştur adamın arkasında. Sabahın kör vakti, kargalar kahvaltılık malzemelerini üretirken biz çıkıyoruz yola. Benim gözümden uyku akıyor, rüyamın devamını görmek için kendime bank arıyorum ama adam bana mısın demiyor, depar atıyor. Rocky misin be birader, ne bu azim yani, alt tarafı üç kilo mu ne vereceksin göbeğinden... Bu kadar işkenceye ne gerek var diye arkasında soluk soluğa kalıyorum. Bir dilim dışarda sıtma nöbeti geçiriyorum resmen. Nefes nefese bir biçimde yalvarıyorum, “Eve dönelim ne olur, canım çıktı” diye. Sonra eve geliyoruz, ben yatıyorum iki seksen o hâlâ dinç, bir de dalga geçer gibi, “Böyle sabah koşunca daha dinamik oluyorum, mutlu oluyorum, iyi oldu iyi bu” diyor. Ben o sırada bunumdan nefes vere vere küfrediyorum ona.
Bir de alkol ve kahve artık hayatımızda yok, yeşil çay içmekten yemyeşil oldum yemin ederim. İki dakikada bir tuvaletim geliyor, klozeti bu kadar çok gördüğümü hatırlamıyorum. Ot yemekten gına geldi, koşmaktan her tarafım tutuldu. Buna rağmen ben bir, o dört kilo verdi iki haftada. Adaletin bu mu dünya?
Yazının Norma’sı:
‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde gerçekçi olsun diye Hürrem’i oynayan kıza normal hayatında da çocuk doğurttular sanırım. Hatun her bölümde irileşiyor...