İlk canlı yayın tecrübemi Okan Bayülgen’de yaşamış bulunmak- tayım. Heyecandan bir ara altıma yapacağımı bile düşündüm, aslında pek düşünmedim çünkü o an düşünme yetimi kaybetmiştim


Bunu sanırım ikinci kez yazıyorum ama gerçekten dünya üzerinde ki hiç olmayacak şeyleri başıma getirtme gibi bir özelliğim var. Burcu Kuru benim için dünyanın en güzel elbisesini tasarlamıştı. O kadar heyecanlıydık ki ikimizde, o elbise çocuğumuz gibi bir şeydi sanki. Burcu annesi, ben babasıydım, yani o bütün çilesini çeken o, cefasını sürecek olan bendim. Elbiseyi giydim, ayakkabılarımı altıma geçirdim makyajımı yaptırmak için oturdum. Biraz insana benzemek adına boyandıktan sonra, üzerimdeki örtü çıkartılırken pat diye kızın elindeki pudra başımdan aşağıya bir döküldü. Elbise bembeyaz oldu neredeyse, panikle silkeledim, daha da beyazladı. Islak mendille silmeye çalıştık, daha içe geçti. Hemen çıkardım elbiseyi, yanımdaki kızlarla silmeye uğraştık bu sefer de ıslaklığın izi kaldı. Onu da kurutma makinesiyle halletmeye çalışıyorduk ki, çıkma sırası bana geldi. Hemen kostüm odasındaki kıyafetlerden allı pullu bir şey giydim, üzerine de ev arkadaşım ceketini verdi. Altımdaysa maalesef sadece kalın tayt gibi olan külotlu çorap vardı. Onla da altıma bez bağlanmış çocuk gibi ortalarda dolanmaya başladım.

Haberin Devamı

Ben neden buradayım?
Çıkma anı geldi, pat diye oturdum sandalyeye. Kalbim ağzımda atıyor, ayaklarım sandalyenin oraya sıkışmış oynamıyor. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyorum, karşımda Okan Bayülgen var ve ben neden buradayım diye tir tir titriyorum. Sonra 3-2-1 dendi ve başladı. Okan Bayülgen’in arkasındaki ekrandan kendimi görebiliyorum ve istem dışı oraya bakmaktan olayları kavrayamıyorum resmen. Heyecandan konuşmayı bile unuttum, sonra bir soru geldi, soruyu anlayamadan pat diye, 50 kilo dedim. Sonra bütün program boyunca aklımdan geçen tek şey, “Ben 50 kilo mu olmam lazım dedim, neden 50 dedim ki, şimdi 55 diye araya girsem mi? Ama konu değişti, desem garip olur, sahi şu an neden bahsediyoruz biz, bu adam bana doğru bakıyor ama...”

Haberin Devamı

Başa alsak...
Telefon bağlantısı geldi, bir blogger, koca bulması gerektiğinden bahsediyor, sırıtmaktan ağzım ağrıdı yemin ederim. O değil de dişlerimin maşallahı var, kesin programdan sonra Veliefendi’den bana sponsorluk teklifi gelir. Bir reklam arası falan verseler de ölsem şurada... Ayy hiç mantıklı konuşamıyorum, yeniden başa alalım mı desem olmaz canlı yayındayız. Canlı yayın denilen şey ne kadar zor bir şeymiş meğerse. 10 kez düşünüp bir kez söylemen lazım, düşünemiyorum, düşünemiyorum... Aa-aa düşünebiliyorum aslında ama tek düşündüğüm, acaba şurada ölsem mi. Lan, dişlerime ruj mu bulaştı acaba, bakayım yok bulaşmamış. Yayın acaba ne zaman bitecek, kalbim mi durdu benim. Yok yok durmamış iyi bari, hâlâ nefes alıyorum. Sanırım yayın bitiyor, gülümsüyorum, jenerik giriyor, ohh şükür...

Torunlara anlatılacak hikayem
Ve ilk canlı yayın deneyimimi atlatmış bulunuyorum. Hemen ertesi gün ise Habertürk’e konuk oldum, orada tabii daha rahattım, hatta öyle ki program bitmesin de Duygu Canbaş’la “Ayy sonra ben ona öyle dedikten sonra adam bir sinirlendi” diye dedikodu edeyim dedim. O derece gevşemişti bütün yaylarım.
Şu ömrü hayatımda en azından ileride torunuma torbama anlatacağım bir hikâyem oldu, tabii bu hikâye burada yazdığım gibi anlatılmayacak. “Ahh ahh sizin ananeniz zamanında program program gezip toz attırırdı millete, şimdi siz dişlerimi koymak için bir bardak su getirmiyorsunuz pehhh” diyerek...


Yazının Norma’sı:



Beni sadece bir kişi bile sevsin yeter razıyım derken; yüzümü hiç görmeden, sesimi duymadan beni koruyan sahiplenen, ablası, kardeşi gibi gören insanlar oldu. Utancımdan ölüyorum...