“Rusya’ya vize kalkıyor” cümlesini duyar duymaz aklıma ne siyasi, ne ekonomi ne de dış ilişkilerimizle ilgili bir şey geldi. İlk aklıma gelen şey, “Şimdi naneyi yedik, adamları artık ara ki bulasın” oldu
Yeniçağın Türk kadın fobisi ‘Rus kızı’ oldu desem abartmış sayılmam. Haklarında söylenen efsanevi rivayetleri duyunca insanüstü bir şeyle rekabet halinde olduğunu düşünüyorsun. Rus kızı muhabbetinin geçtiği her yerde, bütün erkekler ağız birliği etmişler, yıllarını bu kızları araştırmaya vermişler gibi başlıyorlar taramalı motor endamında attırmaya: “Sadıklar abicim bir kere, sevdiğini hissettiği an kadın evden dışarı çıkmıyor. Çok bakımlılar, uyurken bile güzeller. Her gün yedi çeşit yemek yapıyorlar, hepsi de nefis. Bacak boylarıyla köprülerin direkleri yarışır. O kadar güzeller ki dokunmaya kıyamıyorsun. Naz, kapris, trip bunlardan hiçbirini bilmezler, dünya harikası oldukları halde bizim yerden bitme kızlar gibi burunları havada olmaz...”
Onlara var, bize yok
Takır takır bu cümleleri sıralayıp, seni bi alt toprak sınırında doğduğun için suçlarlar bir de. Haa en önemlisi, sokakta laf atıldığında onlar dönüp gülümseyerek teşekkür edermiş, bizim kızlarımızsa “Sapık” dermiş. Bunda da suçlu biziz yani, sen tut sokak ortasında hiç tanımadığın kadına “Yalap şalap seni hoplatırım” de, sonra hatun sana teşekkür etmedi diye, modernlikten anlamayan ilkel olsun. Çok güzel giyiniyorlar diye leoparlı minnacık eteğe “Eyvallah” de, bizim etek diz kapağını biraz geçtiğinde, ne namus bırak ortada, ne de ar...
Bir de şöyle bir durum var, bunları söyleyip bizden memnun olmayan adam sanki Robbie Williams. Koca göbeği, iki karış bacakları, benimkilerden büyük sallanan memeleri, kaptan mağara adamı olarak doğacakken son dakika insana çevrilen tipleriyle bize burun kıvırıyorlar. Aslında bu da bizim suçumuz, “Erkeğin yakışıklısı olmaz ya, karizmatiği olur” diye bir yalana sarılmışız gidiyoruz. Biz böyle fedakâr kadınlarız, elimizdeki malzemeyle yemek yapmayı biliriz, adamları baş üzerine koyuyoruz yine de yaranamıyoruz.
Halk kahramanı olacağım
Bari, şu malum bisküvi reklamından sonra bir silkelenin, kendinize gelin. Hamur yoğuran üçgen vücutlu, baklava kaslı, güzel gülüşlü çocuklardan sonra gözümüz açıldı. “Yarab ne güzel şeyler yaratıyorsun, bizim buralaraysa Berdan Mardini’yi sıkıştırıyorsun” diye isyan ettik. Yaz tatili planları için “Yurt dışı turları daha ucuza denk geliyor aslında ya” diyerek sinsi sinsi Batı’ya açılmaya yaklaşmıştık ki, adamlar buraya geliyormuş.
Planım programım belli, havaalanında sansar gibi bekleyeceğim. Bunları katakulliye getirip kaçıracağım. Nasıl kaçıracağım konusunu daha net olarak düşünmedim ama bu ufak bir ayrıntı zaten, orada aklıma gelir. Sonrasında bizim evin bodrumunda saklayıp, oradan canlı olarak dünya televizyonlarına bağlanacağım: “Bu yakışıklı bebelerin kaynağı neredeyse, her yıl buraya kamyon kamyon adam yollamazsanız kırt diye keserim bu baklava kaslarını. Hiç acımam, masum masum durmayın sizde, bu yola baş koydum ben. Duydunuz mu ha, duydunuz mu?” diyerek halk kahramanı olmayı düşünüyorum. Onlar gelirse bizimkiler de artık Kuzey’e mi yoksa Güney’e mi nereye giderse gitsin. Gitsin de bozulsun o güzelim ırk, mutasyona uğrasın yeni gelen nesil değişsin. Biz de keyfimize bakalım.
Yazının Norma’sı:
Şebnem Aybar’ın “Bayılmışım... Kendime geldiğimde kırk yaşındaydım” kitabı muhakkak okunmalı. Korktuğum yaş, aslında istediğim yaşmış meğersem...