O evde oturmayı seviyor, ben evde oturdukça popoma sanki koltuğun yayları batıyor. O, yalnız kalmayı seviyor; ben tuvaletteyken bile birileriyle konuşuyorum. O, gece hayatını sevmiyor; ben gündüz sadece uyuyorum. O her akşam önünde biri sebze, biri çorba, biri et olmak üzere üç çeşit yemek istiyor; ben sadece telefonla sipariş vermeyi biliyorum. O, hayatını çekip çevirecek birini istiyor, ben hala kendi hayatımın alt üstlüğünden çıkamıyorum bla bla bla ve bir sürü şey... Aslında haksızlık etmeyeyim, birbirimize benzediğimiz konular da var, misal o da ben de dengesiz, dan dun şuursuz konuşan, egoist, uyurken sarılmaktan hoşlanmayan insanlarız tabii bu da bir ilişkiyi kurtarmaya pek yetmiyor.
Hadi çıkalım her gece
Gece hayatı denilen muhabbet için adım attı. “Tamam” dedi, “İstediğin gibi biri olacağım, hadi çıkalım her gece” Çıktık çıkmasına da, abi sevgiliyle gidilecek yer yokmuş meğer. Yahu çift olarak, konsere falan gidiliyor da hadi akşam hophopa gidelim olmuyor. Bir masanın önünde dikilip bekliyoruz, ben önce dans edeyim diye garip garip figürler yapmaya çalışıyorum ıı ıh eğlenemiyorum. Adamın gözlerinde eve gidip ayaklarını koltuğa uzatıp, TV izleme isteği varken ben zorla evirip çeviriyorum sanki. Kalabalık gittiğimizde hiç fark etmiyordum çünkü oradan oraya zıplıyordum. Sonra da sarhoş olup, onunda sırtında eve gidiyordum. Lakin şimdi döndüğüm her yerde adamın “Eve götür beni, fazla içme” bakışı var. Bir iki üç derken sonrasında ise ben istemedim “yalnız çıkmayalım aman arkadaşlar varsa çıkarız” dedim.
O bir adım atınca tabii boru değil ben de atayım dedim. Akşamları üç çeşit yemeğini yapmaya karar verdim. Bir akşam yaptım, adam zorla yedi. İkinci akşam yaptım, adam artık ölecekti. Üçüncü akşam “Artık yapma ne olur” diye yalvararak elinde pizzayla geldi eve. Bükemediğin eli öpeceksin dedim, ayrı evlerde yaşadığımız için sanki böyle onu düşünüyor ayağıyla, şu diyet yemeği olayı var ya, evine bütün öğünleri yolluyorlar hani. Ona başvurdum, sağlıklı yemek diye ölüp ölüp diriliyordu zaten artık benden hayatta yemek istemez diye kapandı bu mevzu.
Beraber kursa mursa bir şeye yazılalım mı dedim, hani beraber aktivite ayağına. Hangi kursa yazılacağımıza karar verirken bir tomar kavga ettik. Adam Rusça öğrenecekmiş, neymiş öğrenilmesi gereken bir dilmiş, ticaret için gerekliymiş. Ticaretle ne alakan var senin herif diyorum, ya olursa uzun vadeli düşün dedi. Uzun vadeli düşünüp bi yerlerini kesecektim ama neyse. Yani bu da yalan oldu.
İçim dışım Aziz Yıldırım
Beraber televizyon izleyelim bari dedik, Fenerbahçe’nin şike yapacağı tuttu, içim dışım Aziz Yıldırım oldu. Hadi koşuya çıkalım dedi, daha birinci kilometrede tansiyonum düştü bayıldım. En güzeli tatile gidelim dedik, deniz sevmeyen, güneşe çıkamayan biri olunca onda da yer bulamadık. Aa yurt dışı dedik, ben Fransa dedim, “O zaman Ukrayna” dedi. Lan manyak, ben gider miyim hiç oraya, yüzyıllık depresyonda dönerim valla oradan. Ben ki sırf onlar yüzünden Alanya’yı silmiş insanım, cillop gibi karıların arasına beni koyup hasedimden ölmemi mi istiyorsun dedim, ses etmedi.
Sonra biz yine olmuyor, ayrılalım dedik. Salya sümük ayrılıyorduk ki, Paris biletleriyle geldi kapıya, “Sen benim hayatımsın ve hayat her zaman çekilmez halde olur” dedi. Yalnız iyi bir şey mi söyledi, kötü bir şey mi anlamadım, biletin yanında ufacık mini minnacık bir tek taş olsaydı diye mırıl mırıl konuşuyordum ki “Biletler tek taş fiyatına neredeyse ona say işte” dedi. Sonra öküz deyince ben suçlu oluyorum neyse napalım buna da şükür omuzuna kafamı koyduğumda tamamlanıyorum ya o da yeter bana.