Arkadaşlarla toplandık, paraları birleştirdik ve Amsterdam’a doğru yola çıktık. Beraber en uzak Kadıköy’e gittiğimiz yapışık bir grubuz. İlk kez bu kadar uzağa gidiyorduk, o yüzden acayip heyecanlıydık. Daha uçağa binmeden başladı heyecanımız, üç dakikada bir çığlık atıp birbirimize sarılmacalar, yapmacık yapmacık “Canım sen pencere kenarında otur” deyip, önden koşmak için depar atmalarla vakit geçiriyorduk. Başımıza geleceklerden habersiz bindik uçağa, gazete değiş tokuşları, nerelere gideceğimizin planları derken ulaştık gideceğimiz yere. Yalnız bir sorun vardı, saat 22.00 ve hava bildiğin aydınlık! Aydınlık olması sorun değil, deli soğuk. Biz de Antalya’ya tatile gider gibi şort, sandalet giymişiz. Valiz dersen, içerisinde hırka bile yok. Gelmeden önce onca barı, gece hayatını araştırırken bu detay nasıl hepimizin gözünden kaçmış anlamadık.
‘Günahkârlar şehri’
Geldik kalacağımız yere, popomuz rahat etsin diye ev tutmuştuk orada. Ama bir gör, o nasıl güzel bir ev, nasıl şirin. İlk gece attık kendimizi dışarı, taksiye bindik. Taksici amca Türk çıktı, bize yol boyunca nasihat verdi: “Buraya tatile gelmeyin, günahkârlar şehri burası, hele şu taraftaki kırmızı ışıklı yerleri hiç gezmeyin. Aman diyim ha!”
Taksiden indik. O kırmızı ışıklı yere doğru anında koştuk. Red Light, dar sokaklarıyla karşımızdaydı. Cillop gibi kızlar, her tarafı camdan odalardan ‘gel gel’ yapıyor. Bu işin kadın hakları bölümünü uzun uzun kızlara bakıp tartıştıktan sonra, fotoğraf çekmek için hamle yaptık ki üzerimize buldozer gibi bir adam geldi. Elimizden makineyi alıp, ayağının altında parçalamaya başladı. İlk başta bir atarlandık, el kol dalıyorduk ama amcanın başka arkadaşlarının arkadan geldiğini görünce “Siz de haklısınız, ya işiniz bu” yalakalığımızla kaçtık. Bir yerlerde bir şeyler yiyip, içip eve dönmek için yola çıktık. Bu arada hâlâ soğuktan donuyoruz. Birbirimize öyle sarılmışız ki ten teni ısıtır olayının deneyini yapıyoruz adeta. “Enerjimizi yarına saklayalım” diye eve doğru gitmeye karar verdik.
Yine Türk taksici
Bindik taksiye, taksici bu kez başka bir Türk çıktı, adresi verdik, bizi bir yerde indirdi. Kafamız mı çok güzeldi bilmiyorum ama indiğimiz yer evin orası değildi. Öyle ki evlerin hepsi de birbirine benziyor ama bizim ev yok ortada. Apartmanlara tek tek bakıyoruz, yok! Bu kez başka taksiye bindik, adresi gösterdik. Önceki adam bizi yanlış yerde indirmiş, bu seferki Allah’tan Türk çıkmadı, navigasyon kullanıyordu çünkü. Bizi başka bir yerde indirdi. Evet bu sokak bizimkine benziyor ama bu sefer ev diye düşündüğümüz yere anahtarı deneme cesaretimiz yok, çünkü numara yok.
Her evin önünde numarası var, bizimki düşmüş. Ya değilse, bu kez kesin ama kesin dayak yiyeceğiz. Dayak yemeyi göze alamadık, sabahın olmasına da birkaç saat vardı, sokağın başındaki banka geçtik, birbirimize sarılarak uyuduk. En son ölüyorum zannediyordum ki soğuktan, sesler duymaya başladım. Gözlerimi açtım ki, o gece bomboş olan sokak olmuş pazar yeri! Biz uyuduktan sonra bizi gelip taşımadılarsa bildiğin pazarın ortasında uyumuşuz. Sonra ilk iş kendime pazardan mont ve çizme aldım. Ardından da evin kapısının fotoğrafını çektik. Kalan günleri de anlatmak isterdim ama inanın hiç enerjim yok.
Yazının Norma’sı:
Blogların iki eğlenceli ismi, French Oje ve TB’nin ikinci kitabı çıktı, ‘Erkek Dedikodusu 2 Bu Gece Hiç Bitmesin’, güneşte tatlı tatlı yanarken iyi bir arkadaş olacak.