Düğünde, dernekte altın takma geleneği artık bitse olmaz mı? Ya da en azından şu altındaki artış durulana kadar. Bütün arkadaşlarımın evlenesi tuttu yemin ederim, yuvama incir ağacını diktiler onlara taktığım altınlarla
Sevgiliyle beraber, arkadaşımın düğününe gidiyoruz. Benim surat beş karış asık, bu sene de amma düğün oldu, her hafta sonu neredeyse biri evleniyor. Tüm arkadaşlarının mürüvvetini gören ezik bekar hatun pozisyonuma alıştım da şu altın takma mevzusuna bir türlü alışamadım yemin ederim. Altın aldı başını yürüdü, elimde bir yarım var, kıza takasım gelmiyor. “Onun yerine koca bulaşık makinesini takarım daha mantıklı” diyorum. Ama takmak zorundayım, ben takayım ki yarın evlendiğim zaman balayımı Dubai’de 77 gün, Paris’te 95 gün, Barcelona’da 69 gün geçirecek kadar altın takılsın bana.
Manita diyor ki, “İkimiz bir altın takalım, ayrı ayrı takmak mantıksız.” Yok yaa, ben de o kadar safım... Yarın ayrılırsak ne olacak? Bazı şeyler de sen ve ben yerine ‘biz’ kavramını kullanıyor olabiliriz ama altın takma mevzusunda da ‘biz’ olacak değiliz. Herkes kendi yarım altınından mesuldür, beni bağlamaz. Haa takar bana tek taşı o ayrı!
Şansıma bak!
Oturuyoruz masada, ben sürekli söylenip duruyorum, “Sen hâlâ uyu, yerinde say, millete bak nasıl evleniyor. Senin de bana gelince tövbe edesin tuttu. Milyonlarca adam arasından tuttum bu kafası bir ‘evlenesim var’, bir ‘ay ben korkuyorum’ diyen herifi buldum.” Bu da hiç gaza gelip bir diz çökme olayına falan girmiyor, aksine bana düğünlerin, evliliklerin saçmalık olduğunu anlatıyor. Ve o çok beklenen ana, takı takma merasimine başlandı. İkimizde aldık elimize altınları beklemeye başladık sıramızı. “Gelinin amcasının kızından bir Trabzon burma”yla açılış yapıldı. Yapacak iş yok diye, ne kadar paraları olacak hesaplayalım dedik, altının fiyatına telefondan baktık. Ve işte o saniye, o an, o sırada ağzım açık kaldı. Altına ne olmuş böyle, elmas olmuş, pırlanta olmuş resmen. Az önce evlilikten korkan adam, şimdi yanımda bana “Evlenirsek stadyumda yapalım düğünü, bin kişiden çeyrek aldığımızı düşünsene” diye hayaller kuruyor. Bense elimdekine bakıp ondan ayrılmamam gerektiğini düşünüyorum.
Altınımdan ayrılamayacağım
Gelin ve damada giden yol, ‘Yeşil Yol’ filmindeki idam yerine giden yola benziyor. Altınımı onlara vermek istemiyorum, onlar sırf akşam vur tamburun tellerine yapacaklar diye dişimden tırnağımdan ayırdığım altını onların mutluluğu için harcamak istemiyorum. Zaten evlendikleri için bile mutlu değilim bir de üzerine ödül mü vermem lazım? O benim altınım ve onlar altınıma iyi bakmayacaklar, diğerlerinin arasına atıp mundar edecekler. Üzecekler, yapayalnız kalacak. Yoo yoo, onu kurtaracağım.
Derken sıra bize geldi, bir sessizlik oldu, altınımdan ayrılmak istemiyordum ama orada yapmam gereken oydu. Sanki çocuğumdan ayrılır gibi öptüm onu, son kez sarıldım, bir adım attım ve gelinin kurdelasının oraya geldim, tam iğneleyecektim ki, ondan ayrılamayacağımı anladım. Hemen döndüm, sert bir hamleyle sevgilimin elindeki altını aldım, kameralara ve objektife gülümseyip kızın üzerine Adam “Ne oluyor?” falan derken, onu da kolundan tuttum masaya doğru götürdüm. “Evlenirsek, o altın geri gelecek. Haa yok ben evlenmeyeceğim dersen sen o altınını unut. Ben sana söyleyeyim, kusura bakma artık” dedim, o iğrenç düğün pastasından yemeye devam ettim.