Hep turizmdeki olumsuz etkilerden konuşacak değiliz ya; baya sezonu uzatan bir fırsata da dönüştü bu pandemi... Kasımın kapısına dayandığımız şu günlerde bile sezonun tam gaz olmasa da devam etmesinin etkisi belki de alışkanlığa dönüşecek. Hele ki denizcilerin mabedi Göcek’te! Sanırım tarihinin en yoğun yazını yaşadı Göcek kıyıları. Geleneksel Rixos Saling Cup da pandemiye rağmen, beşinci yılında katılım rekoru kırdı.
Pandemiye rağmen rekor
Tabii bir spor organizasyonunun rekor kırması şu şartlarda size yanlış algı gelebilir. Ama yelken tam da pandemi dönemi rahatlıkla yapılacak sporların başında... Dünyada da hiçbir yelken turnuvasının iptal edilmemesi de bu sebepten. Neticede aynı teknede yarışan takım üyeleri, açık havada birbirlerine temas etmeden mücadele veriyor.
Rixos Sailing Cup’a geçtiğimiz sene katılan 34 tekne arasında 10 yabancı varken, bu yıl 39’a yükselen sayıda 17 yabancı yelken katıldı. Rusya, Ukrayna, Almanya’dan gelen yelkenlere, bu yıl İngiltere ve Hırvatistan da katıldı.
Alaçatı ve Türkbükü gibi sezonluk mekanlar olmaması da bu mevsimde Göcek’i bir başka yaşanır kılıyor. Zaten buradaki markalar yerel ve 12 ay açık. Evden çalışan patron ya da yöneticiler teknede yaşamaya iyiden iyiye alıştı bu sene. Buradaki esnafa da oteller dışında direkt katkı yapıyorlar. Özcan ve Can Restoran gibi ekol olmuş yerel mekanların yanı sıra profesyonel otel operasyonlarıyla markalaşan Club Prive by Rixos, Q-Lounge ve Breeze de yüksek kalitede servis vermeye devam ediyor.
Turnuvanın ev sahibi Rixos Premium Göcek’te genel müdür koltuğunu bu yıl Semih Elbaba devralmış. Elbaba’nın, 20 yıl önce belboy olarak girdiği zincirlerde aralıksız çalışıp genel müdürlüğe yükselmesi turizm dünyasında büyük başarı hikayesi.
Birikmişler eser oldu
Siz bakmayın sanat çevrelerinin ‘sanal müze gezi’ güzellemelerine! Esere değmeyince, fırça darbesini çıplak gözlerle görmeyince internet görsellerine bakmaktan hiçbir farkı kalmıyor.
Pandemi başlangıcında Google Arts&Culture’ın müze gezileri mimari bir histen öteye geçemedi. Yine de sanatın kendi dar komününden farklı kitlelere yayılmasındaki faydası aşikâr. İşin en basiti, algıda ‘kaydırdıktan’ sonra hiçbir his bırakmayan Instagram, sanat dünyası için ‘yin/yang’ etkisinde. Bazı eserler sosyal medyada olduğundan daha iyi görünürken, bazıları da gerçek hissini asla yansıtamıyor. Özellike asamblaj tekniğiyle çalışılanlar için durum aynen böyle.
Lebriz’in online sergilerinde Deniz Say eserlerini gezerken bu hissi alıp sanatçıyla konuşma fırsatı yakaladım. Say, topladığı objeleri yapıtların içerisinde en iyi kullanan Türk sanatçılardan biri. Benim onda sevdiğimse, bu eserlere bir yaşanmışlık yükleyip kendi hayatını sanatın önüne geçirmeyişi... Çoğu sanatçıda olan başlangıç takıntısıysa biriktirmek, hatta atmaya kıyamamak. O yüzden eserlerine yırtık pantolon, ayakkabı, kopmuş hasır çanta, çiçek jelatinleri boyut katıyor. Sosyal medya dünyasında kendisini de gezgin video’larla anlatmaya çalışıyor.
Benim ‘linçlerinin’ kurbanları
İnanın 50 yıl sonra ‘engizisyon mahkemeleri’ gibi anlatılacak bu dönemin sosyal medya linçleri... Burada herkesin söyleyecek bir sözü var; kendi ürettiği değil, başkasından alıntılayarak. Şimdi Şevval Şahin’i aldılar gündemlerine. Mesele kendisinin Türkiye değerleriyle olan bilgisizliği değil; onu kullanarak kendilerini bu değerlerin bekçisi tayin eden hiçkimselerin kimse olma savaşı. Ortadaki isim zaten bilgi birikimiyle iddiası olan biri değil. Nitekim bir cümlesiye kendisi gibi güzel ama (!) olarak anılan Aysun Kayacı gibi birden filozof muamelesi de görür. İlke ve inkilapların amacından bihaber olanların Atatürk’ün imzasını araçlarına, vücutlarına dövdüren, şeklen içerik boşaltanların sosyal medyasında her şey daha değersiz. Zaten ünlü kişilerin kendilerinden çok parodilerinin ciddiye alındığı bir dünya değil mi bu?
Bu linç tayfa kendini tanımlayacak fırsatı buldu mu affetmez! Nasıl ki Aziz Sancar’ın parodi hesabı kendisinden daha çok çekiyorsa, Ataol Behramoğlu’nun yapmadığı açıklamalar da o denli ciddiye alınır!