Yaklaşık beş yıl önce Kapadokya’da tanışmıştım Fatih Tutak’la... Alevlerin başında kuzuyu çevirirken dostum Ebru Erke bana kendisinin Bangkok’ta yaptıklarını anlatıyordu. Kolay değil; büyümediği zorlu bir coğrafyada çalıştığı restoran ‘The House of Sathorn’u 50 Best Asia’da dereceye sokmuştu. Konuk olduğu Kapadokya’daki mutfakta yediğimiz ‘Egg Bottarga’nın lezzeti kadar, çocukluğunda dedesiyle yaşadığı hikayeden ilham almasından da çok etkilenmiştim. Daha sonra dostluk gelişti aramızda.
Türkiye’ye dönüş kararı aldığında da en çok eleştirenlerin başında ben vardım. Bizdeki restoran kültürü, müşteri görgüsüyle asla barışamayacağını düşünüp vazgeçirmeye çalışsam da bir de komşum oldu. Neredeyse bir yıl doğru ürünün peşinden tüm Anadolu’yu karış karış gezdiğini en yakınından gözlemledim. Personel görüşmelerini bire bir yaparken, marjinal, aykırı kimileri için de uyumsuz tiplere özel ilgi gösteriyordu. Belki de şehrin en farklı yetenekte salon personelini oluşturduktan sonra yanına İstanbul’da her restoranın başına gözünüz kapalı koyacağınız Mevlüt Özkaya’yı sous şef olarak ikna etti.
Restoranına yer olarak Boğaz hattı ya da bir otel çatı katı değil; Bomonti’yi seçti Tutak. Ne yalan söyleyeyim; tüm kurgusunu çok beğensem de Fatih’e ömür biçip önümüzdeki yıl Bangkok’a dönmesine kesin gözüyle bakıyordum. İşte o bir yılın sonunda Fatih, ‘Turk’uyla ‘Dünyanın En İyi 100 Şefi’ arasına girdi.
Başarı nasıl oluştu?
Her başarı sahibi gibi, konfor alanını bozmasıyla geldi Fatih’in başarısı... Türkiye’ye döndüğünde kendisine PR yapıp, televizyonlarda amatör tabakları reyting getiren yorumlar yapıp reklam anlaşmalarıyla bile 10 yılda kazanacağı kadar para elde edebilirdi. Türk mutfağında devrim yapmayı göze alırken restoranındaki dekor, müzik gibi tüm kurguları da tabağı tamamlayacak dokunuşlarla seçti. Doğru malzemeyle, eski tekniklere yaptığı göndermelerle aslında 50 yıl önce Paul Bocuse’un Lyon’da yaptığını İstanbul’da Türk ‘Nouvelle Cusine’ini yani yeni Türk mutfağını kurguladı.
Gerisi gelir mi?
Tabii ki gelecektir. Mehmet Gürs’ün Mikla’yla yaptıkları ortada! Sonrasında Maksut Aşkar sadece Neolokal’le değil, dünyadaki şef network’ünde kurduğu dostluklarla birçok Türk şefinin ve markasının önünü açtı. Genç şefler bu isimler sayesinde dünyada daha dikkatli gözlerle takip edilecektir.
Yeni tip ünlü vakaları
Geçen hafta bu köşeden kaleme aldığım K-Pop’ın ünlü ettiği isimlerin devlet stratejisini, Amerika’dan küresel ünlü sisteminin tüketime olan etkisiyle alakalı yazımda gördüm ki bilinçli Türk ailelerinin sayısı hiç de az değil. Peki bizim ünlüler ne durumda?
Bizdeki ünlüler kendilerini sakladığından nereden tanındığı belli olmayan ‘tanınmış’ kategorisindeki figürler medya gündemini tutuyor. Adını ilk kez duyduğum Şevval Şahin, Yiğit Marcus Aral çifti! Doğrusu ben bunları Mert Vidinli hikayelerinden devşirme ünlülerden sanıyordum. Bu arkadaşların en ünlü özelliği pandemide parti yapıp koronayı yaymak. Bu cahilliği bir kez değil iki kez yapmak! Siz böyle tipleri hiç hafife almayın!
Maalesef ki sosyal medya nedeniyle çoğu ergen böyle önemsiz isimleri bile kendine örnek alabiliyor, ‘partilemeden’ yapamadıkları özenti hayatı taklit edebiliyor. 100 yılda bir olan böyle büyük bir salgında herkesin özgürlük alanı bir başkasına zarar vermeyecek şekilde olmadı. Modernlik sanılan bu görgüsüzlüklerin sayısı normal vatandaşa da sirayet ederse, ne ölümleri ne de işin ekonomik etkisini yavaşlatabiliriz...
Wiki kirlilik
Çağımızın belki de en büyük tehlikesi, bilgiye kolay erişimin getirdiği tembellik. Wikipedia’nın olduğu bir dünyada artık kimse ansiklopedi kaynak araştırmasına girmiyor. Ya da tek bir taraftan çekilmiş belgeselcileri gerçek sanmak! Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarıyla alakalı bilgilerimi tazelemek isterken tekrar farkına vardım. Wikipedia’dan olayı okursanız, dehşete düşüp Azerbaycan’ı işgalci sanabilirsiniz! Dijital çağda propoganda silahları değişiyor. Wikipedia’yı kapatmak değil, burada doğru bilgiler oluşturmak için savaş vermeliyiz. Bu bilgi kirliliğini önlemek en az cephedeki destek kadar önemli!