Murat Dalkılıç’la Merve Boluğur’un geçen pazartesi İstanbul Adile Sultan Sarayı’nda yapılan düğün töreninin davetlileri arasındaydım. Fulya Terim’in başında olduğu Terim Events tarafından organize edilen ve ‘Bir yaz gecesi rüyası’ şeklinde geçen düğünde, mutluluk da eğlence de zirvedeydi.
Neresinden bakarsan bak, tam sosyal medyalık detaylar...
Yine de pek elim telefona gitmedi. Her an bir acının yaşandığı memlekette “Ay ben de şahane eğleniyorum. Fettah Can da sahnede ne güzel şarkılar söylüyor” demek, o gece hiç içimden gelmedi.
Murat’la Merve’nin nikahı sırasında çekilen bir fotoğraftan başka neredeyse irtibatım olmadı sosyal medyayla...
Çantamdan bir not çıktı
Kokteyl, nikah töreni, yemek, canlı müzik ve after party şeklinde devam eden gecede after kısmını es geçip, eve döndüm. Çantamı boşaltırken elime bir küçük kart geldi.
Baktım ki üzerinde bir not:
“Kıymetli misafirlerimiz, ülkemizin içinde bulunduğu hassas durumdan dolayı sosyal medyada paylaşım yapmak istemiyoruz. Sizlerin de bu hassasiyetimize saygı duymanızı rica eder, bu mutlu günümüzü bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.”
Muhtemelen içeri girerken yer numarasıyla birlikte verildi bu kart ama hiç okumadan
çantama koymuşum.
Sonra baktım, yeni evli çift de gecenin eğlence kısmından hiç paylaşım yapmamış; sevenleri “Hadi fotoğraf koyun” diye ısrar ederken...
Çünkü tek bir fotoğrafla, mutluluklarını linç etmek için bekleyen, “Ülke acılar içinde, siz eğlence peşinde” diye oturdukları yerden ayar vermek için an kollayan binlerce insan var.
Oysa bu insanların profillerine girip baktığınızda görüyorsunuz ki, aynı saatlerde yediği yemekten attığı göbeğe kadar sosyal medyada paylaşan, arkadaşlarıyla küfür kıyamet mavra yapanlar da onlar...
Düşük kaliteli ilgi
Ünlü olunca bu ikiyüzlü insanların birincil hedefi oluyorsun maalesef. Ne acını ne de mutluluğunu layıkıyla yaşayamıyorsun.
Dalkılıç çiftinin bu ‘sosyal medya’ önlemini neden aldıklarını bilmiyorum. Belki samimiyetle belki de işte, bu saldırganlardan korunmak için... Neticede ünlü olmasalar, böyle bir
ricada da bulunmayacaklar.
En güzel, Alain de Botton özetlemişti bu durumu. Demişti ki ‘Haberler’ kitabında:
“Üyelerinin çok büyük bir kısmının muntazam hor görüldüğü bir toplumda hem şiddetli şöhret arzuları ortaya çıkacak hem de şöhreti elde etmiş kişilere yöneltilen iğneleyici, kindar ve şizofrence saldırılar patlak verecektir.”
Botton tüm bunların normalleşebilmesini de ‘yüksek kaliteli ilgi’nin yaygınlaşmak zorunda olmasına bağlamıştı.
Ünlülerle dalga geçmek, onlara ‘kendince’ ayar vermeye çalışmak, onlara neyi yapıp neyi yapamayacaklarını söyleyebilme hakkını kendilerinde görebilmek, hep bir ilgi şekli.
Adı da, ‘düşük kaliteli ilgi’.
‘Yüksek kaliteli ilgi’yse, hayranlık duyduğun kişinin gerçekten ‘hayran’ olmanı gerektirecek yönleri; yani, eserleri, başarıları, yeteneği, söylemleri...
Bu ikisinden hangisinin tercih edileceği de tamamen kişinin kendi kalitesiyle ilgili.