18.01.2020 - 12:10 | Son Güncellenme:
İstanbul’un insanı bedenen ve ruhen yoran yoğun temposundan kurtulup İzmir’e taşınan İclal Aydın, hem kitabını hem de yeni yaşamını anlattı.
● ‘Kalbimin Can Mayası’ en çok satanlar listesinde yerini aldı. mutlusunuz değil mi?
Mutluluktan çok huzur hissediyorum. Başarının insanı esir alabilecek gücü vardır. Geçmişte de kitaplarım çok satanlar listesine girerdi ama bir romancı, hikâye anlatıcısı olarak okuru samimiyetime ikna edebilmem gerekiyordu. Yara bere içindeki kalbimin kimseye küsmeden çok çalışması gerektiğini anladım. Benimki, son sınavından yüksek not almış bir çocuk mutluluğu...
● ‘Üç kız kardeş’ kitabınızın da dizi olacağı söylentileri dolaşıyor. bu hayalini kurduğunuz bir şey miydi?
‘Üç Kız Kardeş’i başta bir dizi olarak yazmıştım. Sonra televizyon yöneticisi bir arkadaşım “İzleyici artık çok akıllı bu naif hikâyeyi izlemez” dedi. Ben de romana çevirdim. Roman çok satınca birden fazla yapım şirketi dizi yapmak istedi. İlk toplantılarda hepsine “Dizide bu kadınlardan herhangi biri bir erkekten tokat yerse, taciz, silah, çocuk istismarı olursa hikâyemi vermem!” dedim. Bir yıl boyunca bunların bir televizyon gerekliliği olduğu konusunda beni ikna etmeye çalıştılar. Geldiğimiz son noktada elimdeki senaryoları okurken şıpır şıpır ağlıyordum.
Romanlarım silahlı adamların karşısında naifliğiyle duracak
● Hikâyenizin senaristlerin elinden çıkan son hali nasıldı?
Kitabın güzelim karakterleri gitmiş yerine hiç tanımadığım tecavüzcü bir damat, hırslı bir gelin, gizlice evlere giren bir hala, birbirinden nefret eden ve aynı adamı seven kardeşler gelmişti. Daha önce defalarca çekilmiş bir dizi daha... Benim romanlarım eli silahlı adamların, kadını yerden yere vuran zihniyetin karşısında naifliğiyle duracak. Varsın kitaplarım dizi mizi olmasın. Kimse de bana “Televizyonun gerekliliği budur” demesin. O gereklilik olmadan yaşayabilmenin yolları var. Ve ben o yolu seçtim.
● Peki, nasıl oluyor da kitabınızda kendi hayatımızdan da sıcacık parçalar bulabiliyor ve içinde sürükleniyoruz?
Bazı insanlar pazardaki yığınlar içinden muhteşem parçalar seçebilirler. Hayret edersin. Ben hayatta yapamam bunu mesela. Pazarda başarısız olabilirim ama hayatın içindeki o karmaşada insan kalbine iyi gelecek parçaları seçmekte iyiyim. Gözüm, kulağım, kalbim şak diye bulur o parçayı. O güzelliği kıymetini vererek, çok süslemeden anlatıyorum. Zaten özlenen de bu... Olduğu gibi güzel kalanlar...
● O halde sizin ‘kalbinizin can mayası’ kim?
Kızım Lal.
● Bir röportajınızda “İstanbul baskısı diye bir şey var. kiloya ve sadeliğe tahammülü olmayan bir kesim var” demişsiniz. İstanbul sahiden bu kadar yoruyor mu insanı?
İzmir’de daha rahat yaşıyorum. Burada yolda yürürken fotoğrafımı çekip, kilo aldım diye acımasızca yazılar yazıp bedenim ve ruhum üzerinde tepinerek para kazananlar yok. Onlar olmayınca annemin ilacını almaya ya da evin karşısındaki kuruyemişçiden kahve almaya eşofmanımla gidip, geliyorum. Zaten İstanbul’da da Kilyos’a taşınma nedenim buydu. Orada da çok mutlu huzurlu dört yıl yaşadım. İnsanlarda kimse yaşlanmayacak, kilo almayacak, ölmeyecekmiş gibi bir delilik var. Hoş burada da Çeşme’de, Alaçatı’da ya da Alsancak’ta aynı şeyler söz konusu olabilir.
Büyük şehirlerde insanlar sürekli geleceğe borçlanıyor
● Büyük şehirlerde yaşam mı zorlaştı yoksa insanlar mı değişti?
İstanbul, New York ve benzeri şehirlerde kira, ulaşım, beslenme kısaca yaşam gereklilikleri hem çok pahalı hem çok zahmetli. İnsanlar yaşamak için ciddi bir mücadelenin üzerine bir de para veriyor. Sürekli geleceğe borçlanıyor. Ama bunu seviyorum diyene ne diyebilirsin ki?
● Son dönemde insanlar her şeye tahammülsüzleşti. Sizin tahammül edemediğiniz şeyler neler?
Çalışmadan kazanılan kolay paranın hazmı zordur. Sindirilemeyen şey gaz yapar. Bu yüzden açlık önerir doktorlar. O gazın altında kalan az gelirli insanların öfkesi her geçen gün daha da büyüyor. İstanbul tam da böyle bir gaz ve öfke bulutu altında bir şehir artık. Kasiyere, kuryeye, banka memuruna, taksi şoförüne, servis elemanına, polise, hemşireye, asansör kapısını tutan komşusuna teşekkür etmeyen, değer bilmeyen kimseye tahammülüm yok.
● Ama bu da insanı yalnızlaştırır...
Daha mı yalnızım? Evet, daha yalnızım ama huzurluyum. Yalnızlık pahasına, aynı hikâyeleri tekrar tekrar önümüze süren yöneticilere, baskı kurma meraklılarına, küstahlara, mızmızlara, durmaksızın şikayet edenlere, sinsilere, hayatını Instagram’da yaşayıp ona buna akıl verenlere, insanları küçümseyenlere tahammülüm yok ve olmayacak.
En çok Lal mutlu bu şehirde
● Kızınız lal için zor olmadı mı şehir değişikliği?
Hayır. En çok o mutlu oldu İzmir’deki iki yılda. Çok şükür, çok şükür.
● Ülke adına en çok neyi özlüyorsunuz ve neyin özlemini çok fazla çekiyorsunuz?
10 yıl önceki Türkiye’yi çok özlüyorum. Konuşabiliyoruz sandığımız bir dönem vardı. Türk erkeklerinin daha zarif olduğu yılları özlüyorum, ifade edebilmenin daha özgür olduğu yılları özlüyorum.
● Ülkede sizi en çok üzen ve kaygılandıran şeyler neler?
Maddi ve manevi fakirleşiyor olmak.
● Geleceğe dair umutlu musunuz?
Bir arkadaşımın kitabı için yazdığım önsözde şöyle demiştim: Belki de yaşımız ilerledikçe umutsuzluğumuz artıyordur. Öyle ya, geleceğe dair ışıklı bir umut taşımak gençken daha kolaydı. O yaşlardayken insanın cebinde beş kuruş olmasın, ne gam! İşe ya da okula başvurun kabul edilmesin, bir daha denersin. Kaybet, yenil ama mutlaka bir gün kazanırsın. Aşkta kalbin kırılsın; ağlar üzülür, sonra çabucak onarabilirsin kalbini. Önünde uzanan uçsuz bucaksız bir gelecek var. Zaman uzunken teselli ne tesirli bir ilaçtır.
Güzel günlerin anısına sevgiyi korumak evli kalmaya inat etmekten daha değerlidir
● Sizin gibi hassas ve başarılı olan kadınların duygusal hayatı nedense çok da iyi gitmiyor. Bu durum aşka olan inancı sarsar mı?
Ayrılık kolay iş değil. Bütün mutsuzluklarına, sevgisizliklerine, her biri diğerinden kötü geçen günlerine rağmen yine de boşanmayanlar var. Boşanamayanlar ayrılamayanlar, çeşitli nedenlerle gidemeyenler... Güzel günlerin anısına sevgiyi korumak evli kalmaya inat etmekten daha değerli benim için.
● İnsan yaş alıp olgunlaşınca duyguları da değişiyor. Bir yerden sonra aşka mı yoksa yalnızlığın gücüne mi inanıyorsunuz?
Aşk, hormonların hükmünde mantık ve onaya yer olmayan bir süreçtir. Verdiği mutluluk da acı da mutlaka yaşanmalı. Fakat yaş ilerledikçe insanın bir gribi atlatması bile eskisine nazaran daha zor oluyor. Aşkın enkazını kaldırmak güçleşiyor. Bu yüzden yalnızlığın gücünden çok konforuna alışıyor insan.
Televizyon sektörüne tahammülüm kalmadığından İzmir'e yerleştim, İstanbul'u özlemiyorum
● Artık İzmir’de yaşıyorsunuz. “İstanbul’un taşı toprağı altın” derler. İstanbul’dan nasıl vazgeçtiniz?
İstanbul, ömrümün ilk yarısında beni kendine bağlayan, onsuz olamam sandıklarımdan bir tanesiydi. Oyunculuk gibi. Televizyonculuk gibi. Kalabalık arkadaş gruplarım gibi. Tiyatro gibi. Aşk gibi. Sonra her şey değişti. Her birinden uzaklaşmaya başladım. Televizyon sektörüne tahammülüm kalmadığından İzmir’e yerleştim. İstanbul’u özlemiyorum bile.
● İzmir’deki yaşamınıza alışabildiniz mi?
Bugün İzmir’deyiz ama yarın belki Ayvalık’a, Çanakkale’ye, Bursa’ya geçerim. Kızımın üniversite seçimine ve annemin sağlık durumuna bağlı. Laliş İzmir’de çok mutlu oldu. Annemin doktorları ve tedavilerindeki titizlikleri burada başımıza gelen en güzel şeylerden biri. Bir de buradaki yeni arkadaşlarım, komşularımla çok mutluyum. İclal Aydın’ı değil de, tanıdıkça sevdiklerini söyledikleri bir dostlarını böyle kalpten sarıp sarmaladıkları için...