Son günlerde hepimiz son dakika haberlerini takip ediyor, iyi bir haber görmeyi umut ediyoruz.
Zor süreçler ruh halimize yansıdığı kadar beslenme düzenimizi de etkileyebiliyor. Maalesef ki sosyal medyanın da yansımaları bu anlamda olumsuz olabiliyor. Anlık duygu değişimlerine çok fazla maruz kalabiliyoruz. Bir ses ya da bir fotoğraf uzağımızda bile olsa duygu durumunu bozmak için sanki yanı başımızda gibi nasıl etki ediyor? Bu haftaki yazımda beslenmenin duygusal yolculuğu hakkında güncel literatürden bahsetmek istedim. Araştırmalar, dış etkenlerin yeme alışkanlıklarımızı büyük ölçekte etkileyebileceğini gösteriyor. Örneğin mutlu bir bebek fotoğrafı gördüğünüzdeki vücudun tepkisi ile bir savaş görüntüsüne tepki bambaşka oluyor. Negatif içerikler duygusal yemeye, atıştırmaya iterken, pozitif içerikler bedene daha iyi besinler alma isteğini arttırabiliyor.
Pittsburgh Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada; duygusal yeme ve kilo alma ile ilgili sorunların, sosyal medyada daha fazla vakit geçirenlerde, daha az zaman harcayanlara oranla iki kat fazla olduğu sonucuna ulaşılmış. Belki de böyle zamanlarda sosyal medya ile aranıza mesafe koymak, hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelebilir, ne dersiniz?
Stresliyken ne olur?
Stresi akut ve kronik olarak iki başlığa ayırmak mümkün. Akut stres çok ani olarak karşılaşılan bir durumdaki tepki iken kronik stres, olay geçtikten sonra bile dertlenilen durum olarak tanımlanabilir. Kronik stresin beslenme durumu üzerine yansımaları ise herkeste farklılık gösterebiliyor. Kimisi iştahsızlıkla karşılaşırken kimi ise duygusal yemeyle çok daha fazla besin tüketebiliyor. Araştırmalar ise duygusal yeme davranışında tüketilen besinlerin genellikle karbonhidrat ve yağ içerikli alternatifler olduğunu belirtiyor. Konu ile ilgili yapılan güncel bir araştırmada da; araştırmacılar stres ile beyinden salgılanan nöropeptid Y-NPY kimyasalının burada etkili olduğunu belirtiyor. Bu kimyasal, yemekten aldığımız haz algısını azaltıyor. Bu nedenle kişi daha fazla ve sürekli yemeye başlıyor. Yani zihnini bu yönde sürekli ödüllendirmiş oluyor. Tercihi ise yüksek kalorili şekerli besinler. Stresliyken enerji içeriği yüksek alternatifler tercih edilmesinde aslında bu mekanizma yatıyor. Stresli dönemlerde kortizol yani stres hormonunun artışının da burada rolü var. Stresi azaltmaya yardımcı magnezyum kaynaklarını tüketmek, uyku düzeninizi dengelemek burada atacağınız en önemli adımlardan.
Kendinizi doğaya bırakın
Toprağa basmak, doğa ile bir olmak yüzlerce yıldır evrensel kültürlere, geleneklere ve ruhsal uygulamalara yayılmış eski bir aktivite. Özünde ise doğa ile bağ kurmak ve dengelenmek var. Tıpkı orman banyosu veya ağaca sarılmak gibi. Son günlerde teknolojiyle iç içe olduğumuz gibi, doğadan da bir o kadar uzakta kalıyoruz. Oysa yapılan pek çok araştırma doğa ile geçirdiğiniz zamanın sağlığınıza olumlu yönde etki ettiğini vurguluyor. Bir hayvana sarılmak, ormanda sakince yürümek, bir ağaca yaslanmak, evdeki saksıların toprağı ile vakit geçirmek bunlara örnek verilebilir.
Doğanın iyileştirici gücünün ‘yeşil reçete’ olarak adlandırıldığını biliyor musunuz? Bu terim sağlık ve refahı iyileştirmek için sizi doğa ile bir arada olmaya davet ediyor. Ayrıca doğa terapisi veya yeşil terapi olarak adlandırılan ekoterapi de, psikolojik ve fizyolojik sağlığı iyileştirmek için doğada olma hali olarak tanımlanıyor. Health Promotion dergisinde yayımlanan bir çalışmada, doğaya bağlılık daha iyi bilişsel, psikolojik ve fiziksel sağlık ve daha yüksek çevresel farkındalık ile ilişkili bulunmuş.
Düzenli fiziksel aktivenin sağlığımızı iyileştirici etkiye sahip olduğunu hatırlayın. National Instututes of Heath dergisinde yayımlanan çalışmada, 10 dakikalık egzersizin bile bazı hormonlar, bağışıklık belirteçleri ve nörotransmiterleri içeren 9 bin 815 molekülü olumlu yönde etkileyebileceği görülmüş.