22.01.2024 - 01:00 | Son Güncellenme:
Olcay Orun/ Sanat Tarihçisi - Gölün huzurunu, göz alabildiğine uzanan zeytinlik ve meyve bahçelerinin dinlendiren yeşilliğini, kenti çevreleyen surların güven duygusunu, sürprizlerle dolu sokaklarında kaybolma keyfini, güler yüzlü halkının içtenliğini dolu dolu yaşatan şirin bir kent İznik… Hristiyanlık dininin temellerinin atıldığı çok önemli iki evrensel toplantıya ev sahipliği yapan ve Türklerin Anadolu’daki ilk başkenti olan kent, her noktasında yüzlerce yıllık tarihini alçakgönüllülükle taşır. Tümüyle bir açık hava müzesi olarak değerlendirilmeyi fazlasıyla hak eden İznik, büyük ölçüde ayakta kalan surları; dört yönden girişi sağlayan dört ana kapısı; bu kapıları aynı eksende birbirine bağlayan ve tam merkezde haç şeklinde kesişen iki ana yol çevresinde yayılmış ızgara planı ile yüzyılların izlerini her sokakta size hissettirecektir. Yüzyıllar boyunca gerek Doğu ve gerek batı Dünyası için önemini hiçbir zaman kaybetmeyen kent, Prehistorik Dönem de dâhil olmak üzere Trak kavimlerinden başlayarak Bythynia Krallığı, Roma, Bizans, Selçuklu, yeniden Bizans İmparatorluğu arasında çok kez el değiştirmiş sonunda Osmanlı İmparatorluğu’na ev sahipliği yapmıştır. Eski adı Askania olan İznik Gölü’nün doğu kıyısında Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos tarafından M.Ö. 316 yılında Antigonia adı ile doğmuş, M.Ö. 301 yılında Nikaia, Selçuklular zamanında ise İznik adını almıştır.
Ekümenik konsiller
I.Konstantin’in pagan Roma’da yeni yeni yayılmaya başlayan Hristiyanlık inancının hem kendi içinde hem de halk arasında yarattığı tartışmaları önlemek; yeni dinin felsefesini ve tartışılan konularını netleştirmek için bir toplantı planlamış. İmparator’un aldığı bu stratejik karar ve kendi katılımı ile 325 yılında İznik’te gerçekleşen ilk Ekümenik Konsil, kenti Hristiyanlık tarihinde çok önemli bir konuma yerleştirmiştir. Üç yüzden fazla önemli din adamının katıldığı düşünülen bu konsilde, Hz. İsa’nın sadece bir insan olduğunu savunan Arius ile tanrının oğlu olduğunu savunan grup arasında yaşanan uzun tartışmayı Arius kaybetmiş; sadece Matta, Marcus, Lucas ve Yuhanna İncillerinin geçerliliği kabul edilmiş, Paskalya Bayramı’nın tarihi de karara bağlanmış ve Hristiyanlık serbest bir inanç olarak devletçe tanınmıştır. Trabzon Sümela Manastırı, Mağara Tapınağı’nın doğu duvarında, bu ilk konsilin son derece detaylı ve büyük ebatlı bir freski yer alıyor. Fısıldaşmaları, yükselen sesleri ve neredeyse buhur kokusunu bile hissettirecek kadar başarılı ve zor kompozisyonda, tam ortaya yerleştirilen eflatun kaftanı ve tacı ile I. Konstantin, çevresinde kalabalık piskoposlar topluluğu, siyah giysileri içinde çok sayıda keşişle, sol alt köşede Arius’u azarlayan St. Nicholas, ortada konuşmaların yapıldığı bir kürsü, ön planda ise İznik kentinin surları görülüyor. II. İznik Konsili olarak bilinen Yedinci ve son Ekümenik Konsil ise 787 yılında, yine İznik’te ve ama bu kez Ayasofya’da gerçekleşmiştir. İmparatoriçe Eirene tarafından düzenlenen bu konsilde, 726 yılında başlayan, resim ve heykelleri put kabul ederek yasaklayan I. Dönem İkonoklazması sonlandırılır. Kent, 1962 yılında Vatikan’da toplanan 19. Konsil’de Kudüs ve Vatikan’dan sonra üçüncü kutsal kent ilan edilmiştir.
1700 yıllık kilise
İşte bu kutsal kentin tam da merkezinde, haç şeklinde birbirini kesen iki ana yolun güney doğu köşesinde, “kutsal bilgelik” anlamına gelen adının hakkını alçakgönüllü ve onurlu duruşu ile veren, halkın günlük yaşamı ile iç içe, samimi, sıcak, güler yüzlü, ışıl ışıl Ayasofya… Kentte yaşayanların, gelip geçenlerin içinde huzur bulduğu, parkında köpekçiklerin bile huzurla uyuduğu kucaklayıcı Ayasofya… Yapının tarihlemesi, bir görüşe göre 5. ve 6. yüzyıla ait ilk dönem, 8. yüzyıla ait ikinci dönem ve 11. yüzyıla ait üçüncü dönemde incelenirken; diğer bir görüş inşa tarihi olarak 8. yüzyılı kabul ediyor. Roma Dönemi’ne ait bir gymnasium (spor kompleksi) binasının kesme taş temelleri üzerine tuğla malzeme ile inşa edilmiş, doğu-batı eksenli, tipik Erken Dönem Bizans kilisesidir. 6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından yenilenen yapı 8. yüzyılda yukarıda da belirtildiği gibi II. İznik Konsili’ne (Yedinci Ekümenik Konsil) ev sahipliği yapmıştır. 1065 yılında büyük bir depremle tamamen harap olan yapı, kalıntılarının üzerine, mevcut zeminden 1.4 metre daha yükseltilerek neredeyse yeniden inşa edilmiştir. Ayasofya günümüzde mevcut yol seviyesinden iki metre kadar aşağıda yer alıyor. Giriş bölümü tamamen yok olmuş, sadece güney duvarına ait bir parça bulunuyor. Kuzeybatı köşesindeki mütevazı minare altı bilezikli şerefeye sahip. Mekânın bir bölümü bugün cami olarak ayrılmış, geri kalan alan ise müze olarak düzenlenmiştir. Yapının bazı duvarlarında çok da belirgin olmayan freskler görülebiliyor. Sunak alanını geçerek girilen odada ise mezar odası ve lahit bulunuyor. Bugün ahşap kırma çatı ve kiremitle korunan yapının kubbeli olduğu düşünülüyor. Günümüzde Türkiye sınırları içinde, tümü cami olarak kullanılan, ikisi İstanbul’da, diğerleri Bitlis, Edirne, Gümüşhane, Kırklareli, Trabzon, İznik ve Zonguldak’ta “Ayasofya” adını yaşatan dokuz yapı bulunuyor. Değişik tarihlerde inşa edilmiş olan bu yapıların tümü Bizans kilise mimarisinin genel özelliklerini taşıyor olsalar da, İznik Ayasofyası, Hristiyanlık tarihindeki önemi bakımından özel bir yere sahip.
Osmanlı’dan günümüze…
Yapı, kentin 1331 yılında Osmanlı Sultanı Orhan Gazi tarafından ele geçirilmesinden sonra kuzeybatı köşesine minare ve içeride güneydoğu yönüne mihrap eklenerek cami olarak varlığını sürdürmeye başlamıştır. 16. yüzyılda geçirdiği yangından sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile bir kez daha yenilenen camiye, Mimar Sinan’ın da eli değmiş, ancak 18. yüzyıldan başlayarak iki yüzyıl kadar terk edilen yapı maalesef tamamen harap olmuştur. 1935 yılında müzeye dönüştürülen yapıda, 1935-1953 yılları arasında kazı çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalarda hemen girişte oldukça iyi durumda renkli mermer parçaları ile yapılan zemin mozaiği, sunak alanında bulunan din görevlilerinin oturması için yapılmış yarım daire biçimli basamaklar ve kilisenin önde gelenleri için ayrılmış platform bölümü ortaya çıkarılmıştır. Yine bu çalışmalar sırasında bulunan bir rölik (kutsal kalıntı) günümüzde İznik Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. 1979-1981 yıllarında yapının çevresindeki dolgu toprak kaldırılmış, güneydoğu yönündeki şapel ve yine bir renkli mermer parçaları ile oluşan zemin mozaiği açığa çıkmıştır. 2011 yılına dek müze olarak varlığını sürdüren yapı bu tarihten sonra yeniden cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.