İki kişi kavga ediyordu. Birinin sesi çıkmıyor, biri bağırıyordu. Seyredenlerden biri, “Kavgada esas bağırmaktır, dedi. Sesinin çıktığı kadar bağıracaksın.” Adama baktım, sıska, kuru, cılız. “Başımdan geçti de ondan bilirim” dedi. “Bir zamanlar bir taşra kasabasında çalışıyordum. Bir keresinde soyuldum. Önümde de üç günlük yaya yol var. Düştüm yollara… Bir günlük yolum kalmıştı. Yorgunluktan dizlerimin bağı çözülmüş. Sıcak, açlık, susuzluk bir yandan… Bir de baktım aşağıda bir köy. Köyün alanı kalabalık. Davullar zurnalar çalmaya başladı. Bana geliyor. Bunda bir iş var ya bakalım. Adamlar geldiler.
Hoşgeldin pehlivan… diyerek beni çevirdiler.
Sizin köye uğrayan güreş mi tutar, âdet mi? Ama ben güreşmem, dedim.
Aman pehlivan, o nasıl söz… Bunca hazırlığı senin için yapmadık mı?
Kispetimi unutmuşum, dedim.
Canım köyde kispet mi yok?
Ben bu adamlara, “pehlivan değilim” desem Allah bilir bana yemek de vermezler. Kendi kendime, “Bu güreştir,” dedim, “Yenmekte var, yenilmek de… Bir iki dolanırım ortada, sonra sırt üstü uzanıveririm.”
İki yiğit çıktı meydane
Sağdan soldan konuşmaları duyuyorum:
Yahu bu nasıl pehlivan. Sinek gibi herif. Bizim Kurt Ali bunu yer be…
Sen öyle bellersin. Yiğit olan kepenek altında belli olmaz. Sen onun öyle görünmesine ne bakıyorsun? Sırım gibi herif. Namı dünyayı sardı. Meşhur Akköprülü Yusuf Pehlivan, işte bu…
Biri Namlı Akköprülü Yusuf Pehlivan… Biri er yetişmiş Kurt Ali Pehlivan… İki yiğit çıktı meydane, birbirinden merdane…
Ellerimi şaplattım.
Varıyorum haa!.. diye bir nağra atıp Kurt Ali’nin üstüne yürüdüm.
Yürümemle, Kurt Ali’nin kendini iki adım geri atması bir oldu. Ellerimi butlarımda şaplata şaplata bir daha yekindim. Kurt Ali üç adım öte sıçradı. Herif bana oyun yapıyor, dedim. Üstüne varırken beni kapacak, tamam… Oyun yapması gerekmez, üstüme oturuverse canım çıkar. İçimden, şöyle bir yaklaşalım da, “Aman pehlivan sen benim nağralarıma kulak asma. Gözünü seveyim, beni ezme… şöyle hafiften bir savur, yeter. Ben kendim sırt üstü düşerim,” diye yalvarayım diye düşünüyorum. Ama sokulamıyorum ki… Ben üstüne vardıkça o kaçıyor. Etraftan benim için konuşmaları duyuyorum:
Şu Kurt Ali’ye bak sen, zağar olmuş kaçıyor.
Canım kaçılmaz mı, herif tutsa. Allah korusun sakat edip atacak.
Ben aşka gelip,
Varıyorum haaa!.. Diye bir nağra ile üstüne yürüdüm.
Adam kaçar, ben kovalarım. Ortada fır dönüyoruz. Bilmem ne kadar zaman geçti… Ben gittikçe hızlandığımdan, Kurt Ali geri geri gidemez oldu, bana arkasını döndü, hem ellerini şaplatıyor, birbirine vuruyor, hem kaçıyor. Sonunda bu herif bana iş edecek… Ben ters döndüm. Kurt Ali ile çarpıştık. Onun kispetine tutunmasam yuvarlanacaktım. Elimi kispetinden bırakmıyorum. Herif zangır zangır titriyor. Belli ki kötü sinirlenmiş. Beni öldürecek. Boyuna da yetişemiyorum ki yalvarayım. Yavaşça,
Eğil Pehlivan… dedim.
Eğildi. Sözüm ona ense çeker gibi ensesine yapıştım. Herifinki ense değil, temel kazığı… Benim elim ensesinde at sineği konmuş gibi duruyor.
Pehlivan, bir çift sözüm var, dedim.
Aman ağa, önce ben söyleyeyim, bana kıyma!.. Şu köy ortasında ele güne beni iki paralık etme… dedi. Ben seninle baş edemem. Başpehlivanım diyerek karşına çıkardılar.
Bu söz üzerine ben coştum, iki adım geri sıçrayıp, “Varıyorum haa!..” diyerek kükremeyle, pehlivana dalmam bir oldu.
Vardım Kurt Ali’nin üstüne: Aman çabuk yıkıl yere!.. Çabuk. Yoksa ezerim seni, bitiririm işini… Koca adam “Peki ağa!.”. demesiyle hemen yere yıkıldı.
Sonra, Pehlivan Kurt Ali geldi, “ustam” diye elimi öptü. Kazandığım ödül düveyi getirdiler.”
İşte böyle, kavgada nağra patlatmalı, dedi. Nağrayı patlatıp karşındakinin gözünü yıldıracaksın. Ama arkandan sahici pehlivan bastırırsa işin bitiktir.
Yukarıdaki hikayeyi, Aziz Nesin’in “Gıdı Gıdı” kitabındaki bir öyküden kısaltarak aldım.
Herkesin bas bas bağırdığı bizim siyaset sahnesine çok benziyor da!