İnsan vücudunun su ihtiyacı kadar, ekonomilerin likidite ihtiyacı var. Geçen yüzyılın en büyük ekonomi krizi sayılan 1930 krizi, büyük merkez bankalarının ellerindeki altın kadar para basmaları yani, karşılıksız para basmamaları nedeniyle büyüdü. Dünya ekonomisi ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu krizden çıkabildi. Ekonomistlerin araştırmaları, likidite ihtiyacının ekonomilerdeki önemini kanıtlayınca, merkez bankaları küçük çaplı krizleri para basarak atlatmayı öğrendi. Dolar, euro gibi dünya ticaretinde aracılık edebilen güçlü paralara sahip ülkelerin merkez bankaları yalnız kendi ülke ihtiyaçları için değil, başka ülkelerin ihtiyaçları için de para basmaya başladılar. Bu merkez bankalarının bastıkları karşılıksız para kadar diğer ülkelerden mal ve hizmet satın alabilme olanağı elde eden büyük ülkeler, gittikçe zenginleştiler.
Döviz likiditesi
Gelişmekte olan ülkeler ve paraları güçlü para sayılmayan ülkeler, olabildiğince yüksek miktarlarda döviz rezervi tutuyorlar. Güçlü paralar ve altın olarak tutulabilen döviz rezervleri, ülkeleri geçici döviz krizlerinden koruyabiliyor. Merkez bankaları kendilerinin basabildiği para olmayan döviz ile piyasalara sürekli müdahale edip, döviz fiyatında istenilen istikrarı sağlayamayacak olsa da, bu konuda geçici istikrar sağlayabiliyorlar. Böylece, paraları güçlü para sayılmayan ülkelerin merkez bankaları da piyasalara döviz likiditesi sağlayabiliyorlar. Merkez Bankamız başarılı son operasyonlarıyla piyasanın döviz likiditesi ihtiyacını karşıladı. Global kriz nedeniyle gelişmiş ülkelerin şirket ve bankaları yabancı ülkelerdeki varlıklarını azaltarak kendilerini krize karşı koruma yoluna gittikleri için, dünya piyasalarında geçici bir güçlü para sıkıntısı oluşmuştu. Bu darboğaz yakın gelecekte aşıldığında, Merkez Bankamız da müdahalelerine son verecek.
Global kriz, şimdiye kadar büyük merkez bankalarının bilançolarının toplam 4.5 trilyon dolar büyümesine neden oldu. Bu büyümenin önemli oranı, piyasaya karşılıksız olarak verilen ilave likidite nedeniyle ortaya çıkmış bulunuyor. Bu likiditeye ek olarak, devlet hazinelerinin bankalarına veya şirketlerine yaptığı 2.2 trilyon dolar mertebesindeki mali yardım da var.
Bankalar ve mali kuruluşların kurtarılması, devletlerin ilk hedefleri oldu. Böylece, krizin reel sektöre yayılması önlenmiş oluyor. Devletler, mali kuruluşlardan sonra özellikle borsalara açık şirketlerini korumaları altına alıyorlar. Çünkü, gelişmiş ülkelerdeki tasarrufun yaklaşık 1/3’ü borsaya yatırılmış bulunuyor. Borsa endeksinin yükselmesi, o ülkedeki yatırım ikliminin de iyileştiği anlamına geliyor.
Avrupa Merkez Bankası (ECB)’nın bilançosu, 2011 Ekim ayından beri 508 milyar euro büyüyerek, 2.7 trilyon euro’ya ulaştı. Böylelikle ECB son 3.5 ay içinde piyasadaki likidite miktarını % 23 artırmış oldu. Ancak, ECB’ın karşılıksız bastığı paranın şimdilik reel sektörü ferahlatıcı bir etkisi yok. Amerikan Merkez Bankası (FED) de son 3.5 aylık dönemde piyasaya yaklaşık 58 milyar ABD Doları sürdü. FED son 3.5 ayda, bilançosunu % 2 oranında büyüterek, 3 trilyon dolarlık bir bilanço büyüklüğünü yakaladı.
Dolar/Euro paritesi
2 güçlü para arasındaki parite, Merkez Bankalarının bastıkları karşılıksız para miktarına göre şekilleniyor. ECB’ın piyasaya daha yoğun para enjekte etmesi, Euro’nun dolar karşısında değer kaybetmesine neden oldu. Önümüzdeki aylarda FED’in de parasal büyümeye gitmesi halinde paritede bir denge oluşabilecek. Ancak, ECB’nin daha ciddi miktarlarda karşılıksız para basması olasılığı, Euro’nun daha fazla değer kaybetmesi ile sonuçlanacak. Bu gelişme, Türk Lirası’nın değer kaybetmesinin duracağı ve hatta gerilemeye başlayacağı anlamına geliyor.