Amerikan başkanları Richard Nixon ve Gerald Ford’un Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 2 hafta önce piyasaya çıkan ‘Dünya Düzeni’ (World Order) isimli kitabında, İŞİD’den Ukrayna krizine, Suriye’den İran’la ilişkilere kadar, bir çok konuya ışık tutuyor. Yalnız yukarıda saydığım iki Başkan’a değil, son dönemdeki hemen hemen tüm Başkanlara Milli Güvenlik Danışmanı sıfatıyla hizmet vermiş bulunan Kissinger, 1973 Nobel Barış Ödülü ve Başkanlık Özgürlük Madalyası sahibi.
Bir çok defalar ülkemizi de ziyaret etmiş olan Kissinger, dış politikayı ve özellikle de Ortadoğu’yu çok iyi bilen bir kişi. Yalnız bilen değil, aynı zamanda yönlendiren bir kişi. Son yıllarda çok tartışılan ‘yeni dünya düzeni’ konusunda, Kissinger’in çok berrak ve anlaşılır yorumları var.
Düzeni en güçlü kurar
Tarihteki her büyük medeniyet, kendi düşüncesi paralelinde bir ‘dünya düzeni’ geliştirmeye çalıştı. İslam, ortaya çıkışının ilk yüzyıllarında, o zamana kadar görülmüş en adaletli ve güvenilir ‘dünya düzeni’ni kurdu. Osmanlı Devleti de, gerileme dönemine kadar, bu düzenin devam ettirici gücü oldu. İslam’ın kurduğu düzenin, sonsuza kadar, tüm dinleri bir araya getirecek biçimde devam edeceği düşünülüyordu.
Kapitalizm ile birlikte gelişen ‘demokrasi’ olgusu, ‘batı’nın öncülüğünde, yeni bir dünya düzeni kurulması gereğini gündeme getirdi. Osmanlı Devleti’nden sonra ‘dünya düzeni’ni şekillendirmeye çalışan Avrupa, bugünlerde, geçmişi ile geleceği arasına sıkışmış ve ne yapacağına karar verememiş bir görüntü veriyor. Yeni ekonomik, sosyal ve siyasi ortam ise, ‘yeni dünya düzeni’ni oluşturabilecek tek lokomotif gücün ABD olduğunu gösteriyor.
Günümüzün yeni düzeni
Küreselleşmenin ve demokrasinin gücü, er veya geç Sovyetler Birliği’nin tek bir güç değil, ulusal devletler biçimine dönüşmesini sağlayacaktır. ABD ise, kurmak istediği ‘yeni dünya düzeni’ni gerçekleştirmede sabırsız davranmaktadır.
‘Yeni düzen’in kurulmasında, 2 önemli unsur rol oynayacaktır. Bunlardan birincisi, dünya devletlerinin yeni düzeni, ‘adaletli ve güvenilir’ bulmalarıdır. Ancak, adalet ve güvenilirliğin tanımı da zaman içinde değişmektedir. Lider ülkeler, bu değişime ayak uydurabilmelidir.
İkinci unsur, lider ülkelerin güç dengesini sürdürülebilmesidir. Sovyetler Birliği, eski gücünü bulamayacak olsa da, Çin’in bu yüzyıla damgasını vurabilecek büyüme olgusu, göz ardı edilemez. Adaletli ve güçlü olan, oyunun kurallarını koyar.
Günümüzdeki güç dengesinde, ‘batılı prensipleri güden dünya düzeni’ ile, ‘radikal İslam’ı savunan düzen’, birbiri ile çatışmaktadır. Bir ara, radikal İslam’ın etkisini azaltmak üzere savunulan ‘ılımlı İslam’ modeli, sonuç vermemiştir.
Doğal olarak, ‘yeni düzen’ tek bir ülkenin çabaları ile kurulamaz. Hele, küresel bir sistem, mutlaka devletlerin geniş desteğini almalıdır. ABD bu konuda, sadece öncülük edebilir.