Boğaziçi Üniversitesi Profesörü Şevket Pamuk’un İktisat ve Toplum Dergisi’nde, Türk ekonomisinin 200 yıl içinde gösterdiği gelişmeyi anlatan makalesinden faydalanarak kaleme aldığım görüşlere bugün de devam ediyorum.
Son 200 yılda Türkiye’nin ekonomik büyümesi, dünya ortalamalarının biraz üzerinde seyretmiş olsa da; insani gelişmenin, yani sağlık ve eğitim boyutlarına inen kalkınmanın dünya ortalamalarının altında kaldığı; ülkemizin gerçek ekonomik büyümesinin 1920 yılından sonra başladığı ve bugüne kadar hep aynı oranda, yıllık ortalama %3 olacak biçimde geliştiği anlaşılıyor. Türk ekonomisinin 1920 ila 1940 yılları arasında yükseliş yaşadığı; 1980 yılından sonra ise gelişmekte olan ülkeler ortalamasının üstünde bir büyüme yakaladığı görülüyor.
Büyümede kalite düşük
Son yarım yüzyılda ortalama olarak %5’in üzerinde büyüme sağlayan İtalya, İspanya, Güney Kore ve bir süre de Japonya, iktisadi mucize yarattılar. Buna karşılık, son 200 yılın hiçbir döneminde ve alt döneminde Türkiye’nin ortalama büyümesi, %5’in üzerine çıkamadı.
Yandaki grafik, iktisadi mucize gösteren ülkelerin büyüme eğilimlerini; 1980’den sonra Çin’in yükselişi başlarken, Japonya’nın durağan bir döneme girdiğini de gösteriyor.
Siyasi kurumların kalitesini ölçmeyi amaçlayan gösterge ve endekslerle oluşturulan uluslararası sıralamalarda, Türkiye yukarılarda değil, ortalamalara yakın veya ortalamaların altında yer alıyor. Bu durum, büyümenin kalitesinin de incelenmesini gerektiriyor.
Özellikle son 12 yıllık dönemde sağlanan büyüme ve kişi başına düşen milli gelir artışının, sıcak para ve ithalatla sağlanmış olması ve üretim artışı yerine tüketim artışından kaynaklanması nedeni ile “kalitesiz bir büyüme”, gündeme geldi.
Bu dönemde, Hükümet’e yakın kişiler ve sermaye guruplarının ihalelerde ve kredilendirme sürecinde ayrıcalıklı konuma kavuşmaları; onları eğitim, beceri ve teknoloji alanlarına yatırım yapmak yerine, “herkesin girebileceği” inşaat sektörüne yönlendirdi. Kaynaklar, hızlı kârlar ve kâr aktarımları için kullanıldığından; Türkiye, global krizden fazla etkilenmeyen bir ülke olmasına rağmen, tarihi bir fırsatı kaçırmış görünüyor.
200 yıldır Türkiye’nin büyüme hızının dünya ortalamalarının üzerine çıkmamasını, insani ve teknolojik gelişmenin gerisinde kalmasında ve kurumlarının yanlış işleyişlerinde aramak gerekiyor.