Kur artışı ve dolarizasyon nedeni ile dövize yöneliş başlayınca, İstanbul Borsası endeksleri de düşme eğilimine girdi. Arjantin Merkez Bankası’nın “kur nereye giderse gitsin, piyasaya müdahale etmeyeceği” açıklamasıyla bir günde %11 oranında ülke parasının değer kaybetmesi, uluslar arası piyasalarda bir tedirginlik yaratınca, gelişmiş ülke yatırımcıları gelişmekte olan ülkeler borsalarına yaptıkları yatırımları durdurdular. Bu gelişmeden, siyasi sıkıntılarla boğuşan bizim gibi bir ülke de nasibini aldı.
Bu sırada Hazine, başarı sayılabilecek bir operasyona imza atarak piyasalardan 2,5 milyar Dolar borç alabildi. Uzun vadeli borç senetlerine, 4 misline yakın talep geldi. % 5,8 olan faiz oranı, oldukça yüksek gibi görünse de, ülkemizin borçlanabilme kapasitesinin varlığının bir göstergesi oldu.
TÜSİAD’ın, özelleştirme ihalelerinin iptal edildiği günün ertesinde, “bu ülkeye yabancı sermaye gelmez” biçimindeki açıklaması, gereksiz oldu. Sayın Başbakan, hem iş adamlarını hem de basını tehdit eden bir konuşma yapınca da, piyasalardaki gerilim ve belirsizlik biraz daha arttı ve mart ayı sonunda yapılacak seçimlere kadar ekonomik çalkantının süreceği ön görünümü güçlendi.
MB şeffaflıktan uzaklaşıyor
23 Ocak döviz müdahalesi sırasında, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin miktarını öğrenmek istedik. Ancak, 10 Ocak itibariyle rezervlerin miktarının verilebileceği gördük. Daha önce günlük veya haftalık olarak ulaşılabilen MB bilanço verilerine geç ulaşılabiliyor. Toplu tablolara ise hiç ulaşılamıyor. Bu durum, Merkez Bankası’nı şeffaflıktan uzaklaştırırken; piyasadaki tedirginliği arttırıyor.
Diğer gelişmekte olan ülke ekonomilerinde de sıkıntı var; ancak, Türk ekonomisi negatif olarak ayrışıyor. Türkiye’deki para politikasının öngörülebilirliği azalıyor. Ekonomi için yapılan tüm senaryolarda, “en kötü senaryo” rakamları bile aşılıyor. Yurt dışında görüştüğümüz yatırımcılar Merkez Bankası kredibilitesinin düştüğünü ve Banka’nın bağımsızlığına inanmadıklarını söylüyorlar.
Ne olacak şimdi?
Bu gelişme, kredi faizlerinde yükselmeye neden olacak. Ticari krediler azalmasa bile, tüketici kredileri ve gayri menkul kredileri azalacak. Gayrimenkul satışları azalacak. Kur artışı, önceleri eski fiyattan satılan yabancı mallara olan talebi yükseltse de, giderek azaltacak olan ithalat, “dış ticaret açığı” ve “cari açık”ın düşmesine neden olacak. Bütün bu gelişmeler büyümeyi olumsuz yönde etkiliyor gibi görünse de, bu konuda Hükümet’in nisan ayında alacağı kararlar belirleyici olacak.
Ne olmalı?
Siyasilerin ve ekonomi yöneticilerini ekonomi hakkında ettikleri her sözün yanlış anlaşılabileceği bir döneme girmiş bulunuyoruz. O yüzden, az konuşmaları gerekiyor. Merkez Bankası, öncelikle döviz talebini azaltıcı tedbirler almalı. Bir taraftan da, Açık Piyasa İşlemleri ile bankalara verilen para azaltılmalı. Gerekirse, Merkez Bankası, bilançosunda bankalara döviz borcu olarak görülen munzam karşılık gibi kalemleri, vadesini beklemeden peşin olarak ödeyebilmeli; yani bir “munzam karşılık” düzenlemesi yapmalıdır. Bu tedbirlerle aynı anda, Merkez Bankası “1 Dolar = 2.35 TL”yi geçen fiyatlardaki döviz talebinin tümünü karşılayacağını açıklamalıdır.
Göreceğiz.