Önceki yazımda konusunu ettiğim Niall Ferguson’un “The West and the Rest” kitabına göre, 15. yüzyıldan beri dünyaya hakim olan Batı medeniyetinin 6 önemli özelliği var.
Bunlardan birincisi ve en önemlisi, bu ülkelerin rekabete açık olması. Rekabete açıklık prensibinin içinde yalnız ticaretin ve piyasalaşmanın özendirilmesi, dışa açıklığın sağlanması değil; bir dahili rekabet unsuru sayılan güçler ayrılığı sisteminin yerleştirilmesi ve bir arada yaşama bilincinin geliştirilmesi de var.
İkinci önemli özellik, “batı”nın bilim konusunda gerçekleştirdiği devrim. Özellikle 17.yüzyılda, matematikte, astronomide, fizikte, kimyada ve biyolojide büyük atılımlar sağlandı. Bu sayede, yeni icat ve keşifler yapılabildi. Dünya keşfedildi; uzaya gidilebildi; sanayi devrimi gerçekleştirildi.
Üçüncü önemli özellik, sosyal ve politik sistem ve standartlarda sağlanan gelişme oldu. Özel ve fikri mülkiyet haklarında, sosyal kurumların oluşumunda, özgür düşünce ve örgütlenme hakları ile basın özgürlüğündeki gelişim, diğer ülkelerle farklılık yarattı.
Dördüncü önemli gelişim, sağlıkla ilgili oldu. İlimdeki gelişmeye paralel olarak, tropikal hastalıklar ve savaşlarda, savaşarak ölenlerden fazla zayiat verdiren salgınların önüne geçildi.
Beşinci önemli gelişim, üretim sisteminde oldu. Sanayi devrimi ile birlikte daha verimli mal ve hizmet üretiminin başlaması, insanların daha çok mal ve hizmet talep etmesini sağladı. Giyimden başlayarak, tüm ürünler ucuzladı. Piyasa ve borsaların oluşturulup, rekabetçi fiyatların belirlenmesi de bu sayede mümkün olabildi.
Batılıların yaygın biçimde işçi çalıştırmaya başlamaları, altıncı önemli gelişim idi. İşçilerin yarattığı “artı değer” sayesinde, sermaye birikimi mümkün olabildi. İcat ve yenilikler de göz önüne alınırsa, üretilen malların olması gereken fiyatların üzerinde satılması mümkün olabildi. Bu sayede, “batılılar” bütçe açığı vermeden başka ülkelerin tasarruflarını kullanmayı becerdiler.
Japonlar işin farkına vardı
1867 ila 1912 yılları arasında Japonya’yı yöneten Meiji İmparatoru’nun, bu durumun farkına varması ile, Japonlar “batı”nın üretim biçiminden, kültürüne, sosyal kurumlarına kadar her şeyi bire bir kopyaladılar ve neticede emperyalizmin tadını çıkarmaya başladılar. Bu sırada, diğer Asya ülkeleri(özellikle, Hindistan) Sovyetler Birliği’nin sosyalist prensiplerini uygulamaya kalkarak, büyük kayıplarla karşılaştı. Ancak, 1950’lerden sonra diğer Asya ülkeleri de, Japonya’nın izinden gitmeye başladı.
Çin yanlış yola sokulmuştu
15. yüzyılda Almanya’da icat edildiği bilinen matbaayı, Çinliler 11. yüzyılda kullanıyordu. Kağıt, banknot, duvar kağıdı ve tuvalet kağıdı da ilk kez Çin’de kullanıldı. 17. yüzyılda İngiltere’de Jethro Tull tarafından bulunan tohum ekim metodu, Çinliler tarafından 2000 yıldır kullanılıyordu. Çinli Amiral Zheng He’nin komuta gemisi, 130 metre boyu ile Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfettiği gemiden 5 defa büyüktü. Zheng He, Afrika sahilindeki Malindi’ye Vasco da Gama’dan 82 yıl önce ulaşmıştı.
İmparator Yongle’nin 1424 yılında ölümüyle, nasıl Osmanlı’ya kapitülasyonlar kabul ettirilmişse, Ming Sülalesi’ne de “batı”lılar tarafından Çin’in içine kapanması ve “baharat” formülünün saklanması tavsiye edildi. Çin, bu suretle 300 yıllık bir uykuya mahkum edilmiş oldu. Deniz yolculukları ve diğer ülkelerle ilişki yasaklandı. 15. yüzyıla gelindiğinde, Çin’de gemi inşa edenler idam ediliyordu.
1914 yılına kadar “batı”nın daha büyüğünü yapamadığı Zheng He’nin gemileri ise, daha yasaklamanın ilk yıllarında yakılmıştı; He ile beraber.