Vadesiz ve vadeli mevduat-lar, bankanın başkalarına borçlu olduğu fonlardır. Toplam varlıklar ve borçlanılan fonlar arasındaki fark, banka öz sermayesinin defter değeridir; banka sahiplerinin yaptığı yatırımının bir ölçüsüdür. Ekonominin sakin olduğu dönemler boyunca, bir bankanın piyasa değeri, defter değerinden çok daha fazla olabilir. Borsamızda, halen, bankalarımızın piyasa değerleri, defter değerlerine çok yaklaşmış vaziyette.
Örneğin, bir banka, varlıklarını 25 milyar TL, sermayesini 1.25 milyar TL gösteriyor ve dağıtılmamış kârı varsa, varlık/yatırım oranı 20’dir. Dahası, eğer banka vergi ve kredi zararları karşılıkları sonrası 187.5 milyon TL kâr ediyorsa, kâr-varlık oranı 0.75 ve banka sahibinin sermayesinin getirisi 0.15 olacaktır. Bu bankanın kârlarının üçte birinin dağıtıldığı varsayılırsa, dağıtılmamış kârların yatırıma oranı yüzde 10 olacak ve sermayesi yılda yüzde 10 artacaktır.
Bir başka banka farz edelim, varlıkların yönetiminde tam olarak kârlıdır; varlık/yatırım oranı 12’dir. Böyle bir banka 25 milyar TL varlık ve 2.085 milyar TL öz sermayeyle, varlıklardan 187.500 TL (yüzde 0.75) ya da öz sermayeden yüzde 9 kazanacaktır. Kâr payı yüzde 5 olursa, dağıtılmayan kârlar yüzde 4 olacaktır. Her iki bankada yönetilen varlık biçimi başına net kazançlar etkin olmasına rağmen, daha yüksek kaldıracı olan birinci banka, daha hızlı büyüyebilecektir.
Dağıtılmayan kârlar
Dağıtılmayan kârlar nedeniyle defter değerindeki artış, bankacılıkta başarılı birimlerin büyümesini sağlayan içsel bir dinamik olduğunu gösterir. Ancak, dağıtılmamış toplam kârlar bankacıların varlık ve yükümlüklerinin büyüme oranının, bankanın genel hedefleri ve reel ekonomik genişlemeyle uyumlu olmasını gerektirebilir. Yahut da banka hisselerine yatırım yapmış olanlar, kârın dağıtılmasında ısrarcı olabilirler.
Varlıkların TL başına kârlarını olumsuz etkilemeden kaldıracı artıran bir banka veya bankacılık sistemi, kârlılığını artırır. Dağıtılmayan kârların ve artan kaldıracın bileşimi ile bankalardan sağlanan finansmanın arzı hızla büyür. Bu büyüme ise, ekonominin genelinde, sermaye varlıklarının, yatırım çıktılarının ve nihayet tüketim fiyatlarının hepsini yükselme eğilimine sokar. Kısacası, bir ülke büyüme oranını artırmak istiyorsa, bankaların kârlarını artırmak durumundadır.
Yenilik baskısı altındalar
Bir bankacı işletme maliyetlerini kontrol etmek ve uygun koşullarda fon sağlamak için çalışır. Yükümlülük tarafında, kârlar ve varlık-sermaye oranı arasındaki ilişki, borçlanmanın yeni yollarının arandığını gösterir. Her zaman borç vermenin yeni biçimlerini, yeni müşteriler ve fonlar sağlamanın yeni yollarını bulmaya çalışır; başka bir değişle, banka yenilik baskısı altındadır.
Banka bir nakit akım makinesidir. Faiz oranları arttığında, yükümlülüklerin maliyetleri artar ve bankalar, mümkün olduğunca, düşük karşılık gerektiren yükümlülüklerini artırıp, yüksek karşılık gerektiren yükümlülükleri azaltmaya çalışırlar. Bankacılar her halükârda, varlıkların ve sermaye harici yükümlüklerin en azından banka öz sermayesi kadar hızlı artmasını amaçlarlar.