Çok uluslu ilaç şirketleri, çok iyi kâr yapamayacakları hiçbir üretime girmiyorlar. Korona aşısı üretmeye soyunan şirketler de, alım garantisi ve peşin ödeme olduğu takdirde üretim yapabileceklerini açıkladılar. Bu nedenle, ABD ve Japonya başta olmak üzere birçok devlet, araştırmacı ilaç şirketlerine ön ödemeler yaptı.
Önemli olan sadece aşının geliştirilmesi değil, tedaviyi sağlayabilecek ilaçların bulunabilmesi. Çok uluslu araştırmacı şirketler, ilaç geliştirme süreci boyunca büyük araştırma maliyetlerine katlanıyorlar. Üretilen ilaçlardan nispeten az etkisi olan ilaçlar kâr bırakmazken, etkili ilaçlar koruma standartları sayesinde, büyük kârlar elde ediyorlar. Piyasaya sürülen ilaçların genellikle 20 yılı bulan patent süreleri var.
Daha etkili ilaç
İlaç şirketleri bu dönem içinde daha etkili ilaçlar buldukları takdirde, bu yeni ilacı piyasaya sürmeyebiliyorlar. Bu durum bir satış taktiği olarak düşünülse bile, bu politika nedeni ile birçok insan hayatını kaybediyor. Hatta mevcut ilacın içinde çok küçük bir değişiklik yaparak yeni patent alınıyor ve eski patentin bitmesine yakın bir zamanda “daha etkin bir ilaç” denilerek piyasaya sürülüyor. Böylece milyarlarca dolara varan kârlar elde ediliyor. Hatta, “tamamen yeni daha etkili bir ilaç” bulunsa bile, bu ilacın piyasaya sürülmesi, eskisinin patent süresini bekleyebiliyor.
Patent hakları
ABD’nin Çin ile Ticaret Anlaşması görüşmelerini sonlandırılmasının en önemli nedeni, Çin ilaç şirketlerinin Amerikan patentini tanımayıp aynı maddeleri içeren kendi ilaçlarını çok ucuz fiyata piyasaya sürmeleri oldu.
Araştırmacı ilaç şirketlerinin “kârı esas alma” şeklindeki tutumu, ABD dahil bir çok ülkenin sağlık sistemini tehdit ediyor. Çünkü, patenti alınan herhangi bir ilaç, araştırma maliyetlerinin dışındaki toplam maliyetin 10 bin kat üzerinde bir fiyatla satılabiliyor ve satış fiyatlarının büyük bölümünü de, bizimki gibi halklarının sağlık sistemini garanti etmiş devletler ödüyor. Bu açıdan bakıldığında, devletlerin, ilaç şirketlerinin aşı ve/veya ilaç patentlerini satın alma girişimleri çok daha ucuza gelebilecek.
Yetkili kurumlar
Öte yandan, çok uluslu ilaç şirketleri ve bu şirketlerin idare merkezlerinin bulunduğu hükümetler, ilaçların yeterliliği konusunda kendi yetkili kurumlarından izin alınması şartını öne sürüyorlar. Dolayısıyla, örneğin Türkiye’de veya Rusya’da geliştirilmiş bir aşı, Amerikan ilaç izin kurumu FDA’ın izni olmadıkça, çok başarılı olsa bile dünyada satılamıyor.
Çok uluslu ilaç şirketleri, patentini aldıkları ilaçları 10 bin misline varan kârlarla satabilmek için, bu ilaçları yazan doktorlara her türlü imkânları, uluslararası gezileri, eşantiyonları sağlıyor ve milyarlarca dolara varan reklam harcaması yapıyorlar.
AIDS ilacı...
Mother Jones Dergisi Ağustos 2020 sayısının iddiasına göre, 1990’ların sonunda bir ilaç şirketi AIDS’in yayılmasını durduran “TDF” bazlı bir ilaç piyasaya sürmüş ve bu ilaçtan ilk yıl 570 milyon dolar kâr etti.
Bu ilaç şirketinin araştırmacıları, 2001 yılında bu ilaçtan 10 defa daha etkin “TAF” bazlı bir ilaç buldular. Ancak şirket bu ilacın piyasaya sürülmesini, “araştırmalar durduruldu” diyerek 6 yıl geciktirdi. Böylece bu şirket “TDF” bazlı ilacı piyasada tutarak, 2010 yılına kadar 60 milyar dolar kâr etti. Sadece, patent sürecine uyularak bu kâr yapıldı. “TDF” bazlı ilacı 2010’ya kadar piyasada tuttu ve yeni ilacı geciktirmekle yıllık 10 milyar dolar civarında kâr elde etmiş oldu. AIDS için piyasaya sürülen ilaçların bir hasta için yıllık maliyeti, 20.000 doları buluyor.
Muhteviyatları aynı olsa bile patent süresi dolduğu için jenerik alternatifleri üretilen ilaçlar da, orijinal ilacı üreten firmaların yaptığı reklamlar ve doktor harcamaları sayesinde hastalar tarafından tercih edilmeyebiliyor.
AIDS ilacı geliştiren şirketin “Ebola” için geliştirdiği, fakat daha etkin ilaçların piyasaya sürülmüş olması nedeniyle piyasaya sürmediği bir ilaç, şimdi Kovid 19’da kullanılmak üzere piyasaya sürüldü. Ağır korona vakalarında, bu ilaç halen ABD’de kullanılıyor ve halen birçok canın kurtarılmasını sağlıyor.