Avrupa Birliği’nde (AB) baş gösteren borç krizini aşmak üzere Euro Bölgesi devletlerinden 440 milyar euro, acil yardım fonundan 60 milyar euro ve IMF’den 250 milyar euro yardım istenmesi, mevcut problemleri çözecek gibi görünmüyor. Yunanistan ve İtalya’da konsolide borçların milli gelire oranı yüzde 115’i aştı. Yani, bu ülkeler bir yıl boyunca ürettikleri tüm varlıklarını borç ödemede kullansalar bile mevcut borçlarını ödeyemiyorlar. Diğer AB ülkelerinin her birinin de milli gelire göre ortalama bunun yarısı oranında borcu var.
Şok paket, durumun sanılandan çok daha vahim olduğunu ortaya koydu. Yardım paketi, parlamentolarda kabul edilse bile paketin yeterli olup olmayacağı belli değil. Zaten, bu nedenle de euro’nun değeri düşüyor. Öte yandan, AB Merkez Bankası’nın (ECB) Amerikan Merkez Bankası(FED) ile yaptığı swap anlaşması, sadece günü kurtarmaya ve euro’nun dolar karşısındaki değerini korumaya yönelik. Çünkü, bir süre sonra ECB aldığı Dolarları verip, euro’sunu geri almak zorunda.
Bu durumda, euro kontrollü ve aşırıya kaçmayan bir değer kaybıyla karşılaşır.
Yunanistan’ın durumuYunanistan’ın mevcut döviz rezervlerinin iki katı kadar, 17 milyar euro’ya yaklaşan Hazine borcu var. Rezervler borçları karşılamasa bile bu miktar, Yunan Hazinesi için sıkıntılı bir durum değil. Asıl sıkıntı, özel sektör ve bankalarda. Bankalar ve şirketlerin dış borçları toplamı yaklaşık 300 milyar euro’yu buluyor. Bu miktar, 2008 yılı sonunda 100 milyar euro’nun biraz altında idi. Bankalar ve şirketlerin yüksek miktarlara ulaşan borçlarının önemli bölümü, Alman ve Fransız bankalarından yapılmış. ABD bankalarının, bu ülkedeki riskleri çok az. Yunan bankalarının borçlarını ödeyememesi, bazı Alman ve Fransız bankalarını da ciddi biçimde sıkıntıya sokacak. İşte bu nedenle, AB Yunanistan’a ve benzer durumda olan diğer ülkelere yardım etmek zorunda. Yine bu manzara, 1 trilyon dolarlık yardım paketinin yetmeyeceği gerçeğini de ortaya çıkarıyor.
4.5 milyar dolar getiren adam
Maliye Bakanlığı, Avrupa’da bile tanınmış zengin bir Türk işadamının 4.5 milyar dolar, hatta daha üstünde bir parayı “vergi barışı”ndan faydalanarak Türkiye’ye getirdiğini ama bu zatın adının açıklanmayacağını ve paranın nasıl getirildiğinin belirtilmeyeceğini söyledi.
Aklıma şu sorular geliyor:
1- Zengin Türk işadamı, neden adının gizli tutulmasını istemektedir?
2- Gizli tutma, bizatihi “vergi barışı” sisteminin özüne aykırı değil mi?
3- Getirilen paranın tümü veya bir bölümü efektif (yabancı banknot) biçiminde midir?
4- Devlet’in parasının Merkez Bankası’nda tutulma zorunluluğu olması nedeniyle, para Merkez Bankası kayıtlarına sokulmuş mudur?
5- Getirilen para, parça parça mı getirilmiştir? (İlk getirilen paranın, yurtdışına çıkarılıp sonra tekrar getirildiği ihtimali vardır. Çünkü, hiç bir banka bir defada 4.5 milyar dolar ödeyemez. Bu durumda, örneğin 50 milyon dolar yüz kere getirilmiş olabilir. Yani, getirilen gerçek tutar çok daha az olmaktadır. Bu da kara para aklama operasyonu olabilir.)
6- Getirilen paranın tümü, sonradan yeniden yurtdışına mı transfer edilmiştir? (Bu durumda, para borç alınmış; getirilmiş gibi gösterilmiş ve geri gitmiştir.)
7- Para, parça parça geldiyse, kaç banka kullanılmıştır?
8- Gelen para için, MASAK bir araştırma yapmış mıdır?
Bütün bu soruların sorulmaması için, zenginin adının ve paranın varlığının açıklanması gerekirdi.