Milli Takım’ın Türkiye’ye yaşattığı şeyin adı, başarıya susamışlık mı? Ötesinde bir duygu bana sorarsanız. Çünkü zaten futbolda yaşanan başarılarımız son dönemde bize o duyguyu tattırmıştı. Ama toplumumuz birkaç yıldır öylesine içine kapandı ki, tıpkı içindeki filizi dışarıya yansıtamayan bir tohum gibi, kıvranıp duruyoruz. Aslında susadığımız şey enerjimizi akıtacağımız bir kanal. Bir yol bulmaya çalışıyoruz. Yeni bir dünyaya, yeni bir bakış. Özlemimiz bizim de başaracağımıza bu ülkenin yöneticilerini ikna edebilmek.
Türk futbolunun bütün süfli yönetim anlayışları ve yöneticilerine, savurganlığa, geleceğe yatırım yapamamışlığına rağmen, toplum bu noktada kendisine verilen en küçük şansları bile değerlendirmeyi bildi. Futbol topunu sokak aralarında çamurdan kurtarır kurtarmaz, sağlanan başarıya bakar mısınız?
Bu halk neyi yapamaz ki
Bu ülke yolunu arıyor. Sokaklara bakın göreceğiniz şey eğitilmek, iyi yaşamak ve dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak isteyen bir genç toplumun dinamizminden başka bir şey değil? Bu halka adaleti, eğitimi ve sağlığı doğru götürün bakın neler oluyor.
Sürtünmeyi yok etmeye çalışacak kadar azimli ve hülyalı bir bilim adamı olan Prof. Ali Erdemir dostumla geçen hatta oturup uzun uzun konuşma fırsatım oldu. Anlattıklarından gözlerim yaşardı. USAŞ’a başvurmuş zamanında çalışmak için. Bütün koşulları yerinde, ama güvenlik soruşturmasında aşırı sağcı diye yazmışlar. İşi olmamış. Onun üzerine Amerika’ya gitmek zorunda kalmış.
Müthiş Türk’ün gözyaşları
Oysa ne aşırılıkla, ne de sağcılıkla alakası var. Gençlik yıllarında arkadaşlarıyla gittiği bazı mitinglerde görülmüş ya, damgalanıvermiş hemen. Şimdi yapabildiklerini kendi yurdunda yapamamış, yapamıyor olmanın iç burkan acısıyla her üç ayda bir gelip vatan toprağına, bilimsel motivasyonunu topluyor ve dönüyor Amerika’daki laboratuvarına.
Gözyaşlarını silerken anlattığı şey, verdiği konferans sırasında etrafını saran gencecik öğrencilerin başarmak için kendilerine yol soruşlarıyla ilgili ifadeleriydi. O gençlerin öyküsü ne kadar da benziyordu kendisinin öyküsüne. Aslında hepimizin öyküsüne.
Kendisini vatanından ayıran, göçmen yapan kısır yaşam döngüsü, yıllar sonra yine karşısında öylece durmuş ona bakıyordu. O da gözyaşlarına yansıtıyordu isyanını.
Adamlarına adil
Etrafımda binlerce arkadaşım solculuk veya sağcılık damgasıyla toplumdan, yönetimden dışlandı. Başlarına gelmeyen kalmadı. Yapmak istedikleri sadece Türkiye’ye bugünkü coşkuyu yaşatabilmekti. Bunun için yol arıyorlardı. İyi eğitilmek, insanca yaşamak ve adaletli bir devlete sahip olmak. Bütün arzuları buydu.
Kimi öldü, kimi göçmen oldu, kimi yaşama küstü. Çünkü bu ülkenin devleti adamlarına adil, halkına karşı hukuku uygulayan bir anlayışın esiri olmuştur. Oysa Cumhuriyet bu anlayışları yıkmak için var.
Değiştirme arzusu
Ali Erdemir dostumu dinlerken yanında bir başka can dost, Prof. Süleyman Pampal vardı. Aslında üçümüzün de öyküsü aynıydı. Yokluktan, yoksulluktan kurduğumuz dünyalarımızı anlattık birbirimize. Azmimizle, inancımızla ve yeni şeylere duyduğumuz ihtiyaçlarla, değiştirme ve düzenleme isteklerimizin yaktığı devrimci ruhumuzla var olmayı başarmıştık. Başarmak için hala çabalıyorduk.
Sokaklara baktıkça iki gündür yalnız olmadığımızı, hiç olamayacağımızı, aslında ne kadar çok olduğumuzu görüyorum. Türkiye’yi değiştirmek ve dönüştürmek için araç arayanlar, enerjiye ihtiyaç var diyenler, sokaklara baksın. Ellerindeki o güzel bayrakla, gırtlaklarını yırtarcasına bağıran yurttaşlara baksın. Muhtaç olunan kudret orada: Halkta. Türkiye’ye futboldaki zaferiyle övünmek yetmez. Yetemez. Dönüştürmek ve yeniden yenilenmek için; sokakların enerjisini siyasete, bilime, uygarlığa ve çağdaş dünya hedefine kanalize etmek gerek. Ne için mi?
"En büyük Türkiye" için.