Pandemi günlüğünde birkaç ülke dışında dünya genelinde olduğu gibi bizde de tablo çok vahim. Yani bir yılı aşkın sürede artık virüsü tanıdık, müdahalede deneyimlendik, aşı da geldi derken maalesef en kötü noktadayız. Kovid haritasında ülkenin her köşesi kıpkırmızı, günlük vaka ve ölüm sayıları tam anlamıyla pik yapmış durumda. Dolayısıyla, sağlık altyapısı da alarm verir halde. O nedenle, eskilerde yapılan hataları, yanlışları konuşup tartışmak yerine, onlardan ders çıkarmamız gerekiyor. Tabii öncelikle de virüse karşı en etkin mücadele yöntemi olan aşılama konusunda. Çünkü bir yandan yoğun bir aşılama faaliyeti devam ederken, diğer yandan aşı karşıtları ya da kaçakları toplum sağlığının risk katsayısını körüklüyor. Dahası, evde tedavi gören bazı hastaların filyasyon ekipleri tarafından kendilerine verilen birtakım ilaçları kullanmadıkları için klinik seyrin kötüleşme durumu da söz konusu. Israrla yinelenen maske, mesafe, hijyen uyarılarının ne kadar ciddiye, daha doğrusu eşit derecede ciddiye alındığı da ortada. Hem de topyekûn bir mücadele gerçeği ve virüsün artık SARS örneğinde olduğu gibi kendi kendini yok etme beklentisinin anlamsız olduğunun bilinmesine rağmen. Yani gerçek şu: Bu virüsle yaşamaya mecburuz. Niyesini Dünya Sağlık Örgütü’nde uzun yıllar salgın hastalıklar ve virüslerle ilgili Tanı, Sınıflandırma ve Değerlendirme Bölüm Başkanlığı görevini yürüten Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedirhan Üstün anlatıyor:
“SARS virüsünde şanslıydık, o onu yaptı ama şimdi imkânı yok, artık o durum çoktan geçti. Virüs başından kendini sekize böldü. O sekizin birden aynı mutasyonu gösterip aynı şekilde kendi kendini imha etmesi gerekecekti artık imkânı yok, o olasılık bitti. Diyelim ki Çin varyantı yok olsa Brezilya varyantı çıkacak, Brezilya varyantı yok olsa Güney Afrika ya da İngiliz varyantı çıkacak. Bu sekiz ana varyanttan beşi kendini iptal etse ya da onlar yok olsa diğer kalan üçü tekrar tekrar dünyayı sarabilir. Ve onlar tekrar mutasyonla başka şeyler olabilir. Buna bukalemun, bin bir surat diyoruz ya, bu virüsün huyu, suyu bu savaşma tarzı da bu. Artık dünya hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.”
Sekiz ana varyanta bölünme virüsler için bir genelleme mi?
“Hayır, burada öyle oldu. Genomunun sekiz değişik ana bölgesi var oralardan birtakım varyantlar çıktı başlangıçta. Dolayısıyla, bunun SARS gibi olmayacağı belliydi. Artık onu unutun, bu virüs kendi kendini imha etmeyecek. Bu gerçekleri kabul edelim, bu virüs hayatımızın bir parçası olarak yaşayacak. Biz de bununla birlikte yaşamayı öğreneceğiz. İki üç olsaydı daha iyiydi ama sekiz tane yerinden kırılıverdi. Sekiz değişik türe büründü. Her sayfadan da binlerce alt türü gelişti. Ve sekiz ana varyant da duruyor.”
Bu her sene aşı olacağız anlamına mı geliyor?
“Evet, her sene aşı olacağız. Nasıl grip aşısı oluyorsak, bunu da olacağız. Güney yarımkürede de olan mutasyonlar gelecek ve kuzey yarımkürede yayılacak diye öngörüp, yapacağız gripte olduğu gibi. Yani bu bitmeyecek. Kıyamete kadar dünyada Kovid olacak. Kıyamet Kovid’den olmazsa bile kıyamet ne zaman olursa o güne kadar Kovid olacak. Artık bunun dünya yüzünden silinmesinin imkânı yok. Nasıl eskiden grip virüsüyle baş etmek için grip aşısı oluyorduk, onun da koruyuculuğu yüzde 70’ti. Üç kişiden ikisini koruyordu, aynı şey geçerli. Ama ne olacak? Yoğun bakımlar dolmayacak, herkes daha hijyenik davranacak, yeni normal dediğin duruma döneceksin. Mesela HES denilen uygulama iyi ama daha iyileri olacak ve sürekli de kontrol edilmesi gerekiyor. Çünkü şu an HES’le yalan söylenebiliyor, onun ortadan kalkması lazım. Ve aşı olmayanlar başta kendilerini ama diğer toplumu de riske edecekler. Olmayanlar daha fazla hasta olacak ve yavaş yavaş elenecekler.”
Şu anki mevcut her aşının aşı olmamaktan iyi olduğunu, ancak sonuç açısından aşılamanın da hızla tamamlanması gerektiğini belirten Üstün, devam ediyor:
“Bu işin belini kıracaksan, böyle hafif hafif, az az aşılama olmuyor. Virüse karşı gerilla savaşıyla savaşılmaz, topyekûn savaş lazım. Aşılamada aranın açılması kötü, en kısa sürede bütün insanları aşılayacaksın. Türkiye haritasında şimdi her yer kırmızı ama her yer eşit değil. Aşılama özellikle en yoğun olduğu yerlere odaklanmalı. Mesela bu tabloda bence İstanbul’da herkesi aşılamak çok daha önemli. Aşılama istasyonları kuracaksın, yaşlı genç ayırımına bakmaksızın yüzde yüz aşı yapacaksın. İstanbul’a geliş gidişi de yasakla ya da aşılanmış olmaya bağla, yani aşı belgesi iste; al sana önlem.”
Aşı yaptırmayanlar da var ama?
“Bence burada toplumsal bir yasa çıkartmak lazım. ‘Bu tür pandemi durumlarında aşı olmak zorunlu olur, kimse karşı duramaz’ diye. Nasıl sokağa çıkana, maske takmayana ceza veriyorsun, aşı olmayana niye ceza vermeyesin? Şu anda dünyanın her yerinde aşı olma konusunda insanları zorlamaya çalışıyorlar. Ayrıca, mesela şu anda çocuk felci, kızamık aşısı zorunlu. Evet, onu yaptırmayan insanlar da var ama onlar azınlık ve bence kötü örnekler. Burada ise ‘Ben aşı olmayacağım, millet ölürse ölsün’ mantığı olmaz...”