Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinde kamu görevlilerinin ihmalinin olup olmadığını ortaya çıkarılmasını sağlayacak iddianamenin mahkemece kabul edilmesi, yeni bir sürecin başlangıcı oldu.
Savcı Gökalp Kökçü’nün uzun uğraşlar sonucunda hazırlayıp mahkemeye gönderdiği iddianame, öncelikle “Dink’in bir organizasyon” tarafından öldürüldüğünün ipuçlarını ortaya koydu.
Bu iddianame aynı zamanda “devlet içinde başka bir yapının kontrolü ele aldığını, özellikle istihbarat alanındaki yaşananları ve gelişmeleri kendi sistemine göre programladığını” da günışığına çıkardı.
Savcı Kökçü, iddianamesinde; Dink’in öldürülmesi sürecinde faaliyet yürüttüğünü belirlediği Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’ndaki (İDB) Dini Motifli Terör Örgütleriyle Mücadele Şubesi bünyesindeki (bilinen adıyla Radikal Dinci Terör Örgütleriyle Mücadele Şubesi / C Şubesi) “C-5” masa amirliğinin “yasadışı” biçimde görev yaptığını delillendirdi.
Elbette Dink cinayeti, BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle sonuçlanan helikopter kazası, Malatya Zirve Yayınevi olayı ve ulusalcılık akımlarını yakından izleyen C-5 masasının bir günde kurulmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
İki kardeş: Güler ve Yılmazer
Bu konuda biraz geriye gitmekte fayda var.
Yıl 2001-2002. AK Parti iktidarı henüz kurulmamıştır. Koalisyon hükümeti görevdedir. Şanlıurfa Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, yardımcısı da kendisinden bir devre küçüğü Ali Fuat Yılmazer’dir. Güler ve Yılmazer; “abi-kardeş” konumunda Şark görevini birlikte yapıyorlar.
AKP’nin iktidar olmasını takip eden günlerde emniyet teşkilatında iki önemli değişiklik olur. Bunlardan birisi, EGM İstihbarat Dairesi Başkanlığı, diğeri de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeki değişikliktir.
Hükümet, Emniyet İstihbaratı’nın başına Sabri Uzun’u, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ise Celalettin Cerrah’ı getirir. (Uzun ve Cerrah aynı zamanda hem Polis Koleji, hem de Polis Akademisi’nden dönem arkadaşıdır)
Uzun, bu göreve -ki; emniyet teşkilatında hiçbir zaman görülmemiş biçimde- üçüncü kez getirilir. Daha önce Murat Başesgioğlu ve rahmetli Rüştü Kazım Yücelen döneminde daire başkanı olan Uzun, bu kez bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla 3. kez İstihbarat Daire Başkanı oldu.
AKP iktidarıyla başlayan atama fırtınası kapsamında, Cerrah’ın atandığı İstanbul Emniyeti’nde gerçekleştirilen yeni düzenlemelerde, Şanlıurfa Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü olan Güler, özel kararnameyle İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne getirilir. Eski yardımcısı Ali Fuat Yılmazer ise “abisinin” yerine Şanlıurfa’da kalır ve İstihbarat Şube Müdürü yapılır.
Yılmazer, Ankara’da
Aradan bir yıl geçer. Ahmet İlhan Güler halen İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü iken, Şark görevini tamamlayan Ali Fuat Yılmazer, daire başkanı Uzun’un onayı sonrasında Şanlıurfa’dan daire başkanlığı kadrosuna
şube müdürü olarak atanır.
Yılmazer’in İstihbarat Dairesi Başkanlığı bünyesindeki yeni görevi çok bilinmeyen ancak emniyet içinde fazlasıyla öneme sahip olan İstihbarata Karşı Koyma Şube Müdürlüğü’dür. Yılmazer, İKK Şube Müdürlüğü’nde yine bizzat Uzun’un talimatı ve onayı ile göreve başlar.
Bir parantez açalım ve kısaca İKK Şubesi’ni anlatalım. İKK Şubesi, aslında karşı istihbarat faaliyetlerini önlemek ve ortaya çıkarmak olarak çalışmalar yürütse de, emniyet teşkilatında personelle ilgili her türlü ihbarların kayıda alındığı, incelendiği ve fişlenip dosyalandığı bölümdür. Özetle, İKK’ya giren bir emniyet mensubu ömrü boyunca buradan kurtulamadığı gibi, teşkilat içindeki tüm atamalarında da İKK kriterinden
olumsuz etkilenir.
Yılmazer, İKK şubesinde yaklaşık bir yıl çalıştıktan sonra yine daire başkanı olan Uzun’un talimatı ve onayı ile 21 Temmuz 2005 günü bu kez “C Şube” Müdürlüğü’ne getirilir ve İstanbul’a gidinceye kadar 21 Mart 2007’ye kadar bu görevde bulunur.
Dairede seçim sandığı
Bu arada, bir anekdot daha verelim. AKP tarafından 2003’te dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun imzası ile 3. kez İstihbarat Dairesi Başkanı olan Uzun, koltuğa oturduğu ilk günlerde ilginç bir uygulamaya imza attı. Uzun, aldığı bir kararla dairede çalışacak olan amirleri seçimle belirledi. Dairedeki toplantı salonundaki masaya sandık koyduran Uzun, komiser yardımcısından daire başkan yardımcısına kadar tüm amirlere oy kullandırıp kimlerle çalışmak istediğinin seçimini / anketini yaptı.
Seçim sonucunda dairede kalacakları “demokratik” olarak belirleyen Uzun, istenmeyenleri zaman içinde daireden tayin ettirerek kalanlara “daha steril” bir çalışma ortamının yaratılmasını sağladı. Yılmazer de Şanlıurfa’dan bu steril ortama gelerek önce İKK ardından da C şube Müdürlüğünü yaptı. Yılmazer’in 1 Haziran 2006’da yasadışı olarak kurduğu C-5 masası 23 Mayıs 2012’ye kadar yasadışı, bu tarihten itibaren de bakan onayı alarak yasal olarak çalışmalarını yürüttü.
İddianameden Sabri Uzun’un bu oluşumdan bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Uzun’la birlikte sonraki daire başkanları Ramazan Akyürek, Hüseyin Namal ve Ömer Altıparmak’ın, İstihbarat Dairesi’nin teşkilat şemasında doğrudan bağlı olduğu dönemin Emniyet Genel Müdürleri, Gökhan Aydıner, Oğuz Kağan Köksal ve Mehmet Kılıçlar’ın da bilgisinin olmaması şaşırtıcı.
Önce hastalık, sonra tedavi
Savcılığın yasadışı olarak tanımladığı C-5 masasının kuruluşunu kronolojik olarak bu şekilde tanımlayabiliriz.
Kendi birimlerinde yasadışı kurulan bir birimin varlığından haberdar olmayan daire başkanları ve Emniyet Genel Müdürleri’nin ülke güvenliğinden ne kadar haberdar olacakları da elbette sorulacak bir başka soru
olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün gelinen son
noktada, geçmişte yaptıkları şekillendirmeyle devlet organizmasında hastalık yaratanların, bugün bu hastalığın tedavi yöntemlerini açıklamaları da hayli ilginç doğrusu.