Türkiye’nin, FETÖ’yle bağlantlı firmalara yönelik adli soruşturma çerçevesindeki “iletişim eksikliği” yüzünden Almanya ile yaşadığı kriz normalleşme aşamasına geçti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve İçişleri Bakanı Soylu’nun ikna çabalarıyla kurulan “iletişimle” sorun çözüldü.
Daha önce yazdığım gibi “adli soruşturma” konusunda Almanya ile yaşadığımız kriz süreci, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce başlatılan bir soruşturma nedeniyle başladı.
Bu konuda edindiğim yeni bilgileri paylaşayım.
Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde faaliyet yürüten ve FETÖ soruşturmalarında aktif görev alan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı (KOM) FETÖ’yle bağlantılı Türk firmalarının ithalat ve ihracat işlemlerini mercek altına aldı.
Yapılan ilk çalışmalarda FETÖ’yle bağlantılı 8 bine yakın Türk firmanın son 3-4 yıl içinde 160 ülkeyle 250 milyar dolarlık ithalat ve ihracat yaptığı tespit edildi.
Tespitle birlikte Türk Emniyeti, Uluslararası Polis Teşkilatı’nı (Interpol) devreye soktu.
FETÖ’yle bağlantılı firmaların elde ettiği kazançtan FETÖ’ye aktarım yapılmasını ve aynı zamanda teröre finansman sağlanmasını önlemek amacıyla başlatılan çalışmanın kapsamı da böylece genişletildi.
Süreç nasıl işledi?
KOM Dairesi, Interpol üzerinden uluslararası alanda çalışma yapılmasına olanak sağlayacak resmi yazıyı, 13 Nisan 2017 tarihinde Türk Interpol Dairesi’ne gönderdi. Interpol Dairesi, şirketleri ülkelere göre tasnif çalışmasını bitirip KOM Dairesi’nin talebi doğrultusunda özel bir yazı yazarak 2 Mayıs’ta Interpol Genel Sekreterliği’ni bilgilendirip 160 ülkeye ulaştırdı.
Türk Interpolü, 160 ülkeye dağıtım yaptığı yazısında, ilk paragrafta Türkçe’de “araştırma” kelimesinin İngilizce karşılığı olan “investigation” kelimesini kullandı. Yazının 2. paragrafında ise, “Türkiye’deki bazı şirketlerin kaçakçılık yaparak elde ettikleri gelirle teröre finansman sağladığı” bilgisine yer verildi.
İngilizce “investigation” kelimesi, Interpol haberleşme dilinde tek başına kullanıldığında “soruşturma” anlamı taşımıyor. Adli soruşturmalar konu edildiğinde “criminal investigation (suç araştırması)”, “judicial investigation (adli soruşturma)” ya da “criminal proceeding (suç araştırma süreci)” tanımlamaları kullanılıyor. Ayrıca, çoğunlukla adli soruşturma numarası bilgi talebi mesajlarında bulunuyor.
Türkiye’nin resmi yazısında tek başına “investigation” kullanılması nedeniyle ilk başta herhangi bir sorun yaşanmadı.
Ancak Almanya, 11 Mayıs’ta Türkiye’ye göderdiği yanıtta soruşturmanın hangi Türk firmalarını kapsadığını sordu, listedeki Alman firmaları hakkında soruşturma yapılıp yapılmadığını ise sormadı. (Buna karşın Almanya, kendi firmalarına yönelik soruşturma yapıldığı açıklamasında bulundu.)
Bu bilgi talebine ek olarak Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’nde görevli olan Alman Polis İrtibat Görevlisi, Türk yetkililer ile yüz yüze görüşmek istedi. Ancak, bu görüşme için Alman görevliye randevu verilmedi.
Hem yazılı bilgi talebi, hem de irtibat görevlisi aracılığıyla “iletişim kanallarını kullanamayan” Almanya, sonuç alabilmek adına diplomatik girişimde bulunma yoluna gitti.
İletişim eksikliği nedeniyle, iki ülke arasında çözümlenecek basit bir süreç, diplomatik krize dönüştü.
Bu noktada, Almanya’nın, geçtiğimiz günlerde Büyükada’da yapılan bir toplantıyla ilgili yürütülen adli soruşturma başta olmak üzere bazı siyasi gelişmeler nedeniyle alınganlık yaptığını söylemek yanlış olmaz.
Zira, aynı mesajı alan İngiltere listedeki 164 firmayla ilgili yaklaşık 30 sayfalık bir yanıt gönderdi. Benzer biçimde Kanada, Norveç, Fransa, Uruguay, Türkiye’nin 2 Mayıs tarihli mesajını herhangi bir sorun görmeksizin yanıtladı. Türkiye, bilgi taleplerine
67 ülkeden sorunsuz biçimde geri dönüş aldı.
Almanya’nın açıklamasının ardından 22 Temmuz’da 160 ülkeye gönderilen yeni bir mesajla ülkelerden talepler geri çekildi.
İletişimin önemine iki örnek
Büyüteç’te dün Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısında çok farklı bir terör örgütü bulunduğunu ve devletin de bu nedenle iletişim kanallarının sağlıklı yürütülmesinin sağlaması gerektiğini belirtmiştim.
Buna bir uzak, bir de yakın geçmişten iki örnek vereyim.
1992 yılı, eylemlerini doruğa çıkaran PKK’yla mücadelede Avrupa’nın dudak büküp Türkiye’ye destek vermediği dönemdi. 1993’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atanan Mehmet Ağar ilk iş Avrupa ülkelerinin üst düzey polis yöneticilerini önce genel toplantılarda sonra da özel görüşmeler kapsamında Türkiye’ye davet etti. Polisiye işbirliğinin geliştirilmesi ve PKK’nın birebir anlatılması için Interpol nezdinde arka arkaya düzenli toplantılar yapıldı. Bu çabaların sonunda polisiye çalışmalar kapsamında Avrupa PKK’yı tanıdı. Interpol’ün PKK lideri Abdullah Öcalan hakkında yayımlamadığı kırmızı bülten, bu çabaların sonunda yayımlandı.
Yakın zamanda yaşadığımız bir örneği aktarayım.
Adalet Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü, FETÖ lideri Gülen’le ilgili ABD’nin soruşturma başlatması için özel bir çalışma yaptı. Türkiye’nin tüm siyasi talep ve baskısına karşın ABD, Gülen’le ilgili bir soruşturma başlatmıyordu. Geçen yıl Ağustos’ta ABD’ye giden savcı ve polislerden oluşan özel ekip FETÖ’nün ABD’de nasıl kara para akladığını belgeleriyle ortaya koydu.
Türk ekip, ABD Gizli Haber Teşkilatı’nın (CIA) kontrolünde olduğu değerlendirilen Gülen ve cemaatiyle ilgili başka bir adli soruşturma kurumu olan Federal Soruşturma Bürosu (FBI) üzerinden soruşturma açtırmayı başardı. Yüz yüze gerçekleşen iletişim sonrasında başlatılan kara para soruşturması
halen devam ediyor.
Her iki örnekten anlaşılacağı üzere iletişim kanallarının açık olması FETÖ’yle mücadelede çok önemli.
Siyasetin dili ayrı, polis ve adli kolluğun dili ayrıdır. Siyasetin, polisiye dilden etkilenmemesi mümkün değil. Bu nedenle özellikle FETÖ’nün güçlü ve aktif olduğu ülkelerle iletişime daha çok önem verilmesi şart.