Darbe girişiminin üzerinden üç ay geçti.
15 Temmuz’da başlayan “kabus gecesi” sonrasında yürütülen soruşturmalarla darbe girişiminin organizasyonunda Fetullah Gülen cemaatinin rolü ve etkisi netleşti.
“Dini” görüntü altında varlığını sürdüren cemaat, artık silahlı terör örgütü statüsünde.
Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün (FETÖ) darbe girişimiyle ilgili başlatılan soruşturmalarda henüz bir sonuca varılamadı.
Ancak, her gün yeni gelişmeler ortaya çıkıyor.
Operasyonlar, bürokrasiden sivillere yönelmiş durumda.
Kamuoyunda tartışılsa da OHAL’in verdiği yetkiyle FETÖ soruşturmalarında biraz mesafe alındı, ama yeterli değil.
Üç aydır devam eden adli soruşturmalarda pek çok önemli konu ortaya çıkarıldı.
FETÖ’cülerin bürokraside, darbecilerin TSK içinde örgütlenmeleri, Gülen cemaatindeki imam, abi, abla yapılanmaları, bu yapıların ordu, MİT, emniyet ve yargı kurumları başta olmak üzere bürokrasiyle bağlantıları, finans kaynakları, yurtdışı bağlantıları tek tek inceleniyor.
Devletin bu noktada hızlı hareket etmesi gerekiyor.
FETÖ’nün yurtdışı bağlantılı ve destekli hareket kabiliyeti, kimi zaman devletin önünden gidiyor.
Hızlı hareket edilmediği takdirde FETÖ sürecinde istenilen sonuçların alınması zorlaşacak.
Süreç uzayacak, uzayan süreç ise mücadelede yer alanlarda ister istemez bıkkınlık ve yılgınlık oluşturacak.
Darbe gerekçeleri
Artık anlaşıldı ki Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki cemaat yanlısı askerlerin İzmir ve Ankara’daki iki ayrı soruşturma gerekçe gösterilerek ordudan tasfiye edilmek istenmeleri, 15 Temmuz’un en önemli gerekçesi oldu.
17/25 Aralık 2013’ten bugüne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Gülen cemaatiyle mücadele talimatlarını bir çok kez vermesine karşın TSK başta olmak üzere bürokrasinin “sessiz direniş” içinde olması, gerekli tasfiyeyi gerçekleştirmemesi 15 Temmuz’daki sürecin yaşanmasına neden oldu.
Özellikle darbenin merkezi olarak gözüken TSK’daki tasfiye sürecinin yürütülememesi, FETÖ’nün en etkin silahını kullanmasına olanak sağladı.
Ayrıca, yine TSK merkezli geçmişte yürütülen Ergenekon, Balyoz, Kozmik Oda soruşturmaları ile TSK mensuplarının eş ve yakınlarının da isimlerinin geçtiği KPSS soruşturmalarında elde edilen delil ve verilerin zamanında kullanılmaması, FETÖ’nün ordu gücünü korumasına neden oldu.
Şimdi TSK’da, bir dönem “şüpheli terfi, atama ve görevlendirmelerin” yapıldığı ortaya çıkarıldı.
TSK Komuta Kademesi’nin özellikle savcılık ve emniyetten gelen bilgilere kulaklarını kapayıp, gözlerini yumması, ülkeyi bir on yıl daha derinden etkileyecek sürecin yaşanmasına zemin hazırladı.
İzmir’de Cumhuriyet Başsavcı vekili Okan Bato’nun yürüttüğü “askeri casusluk kumpası” soruşturmasında Adli Müşavirlik’e gönderdiği 78 müzekkereden 73’ne yanıt verilmemesi, Ankara’daki KPSS soruşturmasında soruşturma savcısı Yücel Erkmen’in bilgi taleplerinin karşılanmaması, Genelkurmay Başkanlığı’nın “terörle mücadele ediliyor, zafiyet verilmemesi lazım” gerekçesi, FETÖ’yü
15 Temmuz’a hazırladı.
Yine, Genelkurmay bünyesindeki İstihbarata Karşı Koyma (İKK) birimi, FETÖ kadrolaşmasının önünü açmak amacıyla “direnç gösteren personel hakkında ahlak dışı ihbarlar”ın değerlendirmeye alınarak muhataplarına cezalar yağdırılmasıyla pasifize edildi.
FETÖ aleyhine yapılan şikayetler hep sümen altına itildi.
Bu iş ve işlemleri yapanlara 15 Temmuz’a kadar dokunulmaması, Genelkurmay’daki adli sistemin Adli Müşavir Albay Muharrem Köse’ye teslim edilmesi darbe girişimi sürecinin perdenin arkasında kalan olaylardır.
Geçmişte Balyoz ve Askeri Casusluk soruşturmaları içine konulan, ancak kumpas mağduru oldukları ortaya çıkarılan TSK mensuplarının, 15 Temmuz’dan sonra atandıkları görevlerde özellikle Güneydoğu ve Doğu’daki terörle mücadelede yarattıkları mucizelere tanık oluyoruz.
Bugün, 17/25 Aralık sonrası süreci kendi içinde sorgulamaktan çekinen
TSK’da büyük tasfiye hareketleri yaşanıyor.
Bu tasfiye hareketlerinin kurumsal davranış içinde yapıldığını umalım.
Zira, bu tasfiyelerin, sivil bürokraside olduğu gibi “güçlü bir yapı” tarafından gerçekleştirildiği yönünde bilgiler yansımış durumda kulislere.
Polis, 3 T’yi bekliyor
Gelelim darbe girişimi sürecinin diğer önemli aktörü olan emniyet teşkilatında yaşananlara.
Merkez teşkilatındaki belirsizliklere karşın taşra kadrolarının halkla birlikte gösterdiği performans, darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına yetti. Darbeyi önleyen polisler, “3T”yi bekliyor. Tayinler, terfiler ve taltifler.
17/25 Aralık süreci sonrasında kısmen Gülen cemaati tasfiyesi yapan emniyet teşkilatında, 15 Temmuz sonrasında gerçekleştirilen ihraçlar ve açığa almaların sayısı, önceki işlerin tam yapılmadığının göstergesi oldu.
Darbe soruşturmaları kapsamında ortaya çıkarılan ByLock’un şokunu yaşanan emniyette arka arkaya açığa almalar, ihraçlar ve gözaltılar yapılıyor.
Önceki İçişleri Bakanı Efkan Ala döneminde hazırlanan il emniyet müdürleri kararnamesi taslağında yeralan 47 polis müdüründen 16’sında ByLock çıkması, şu anda görevde bulunan ve ByLock tespit edilen 1. sınıf emniyet müdürleriyle ilgili herhangi bir işlem yapılmadığı iddiaları emniyet teşkilatında kriz yarattı.
2016’ya ait doğudan batıya ve batıdan batıya müdür ile amir tayinlerinin henüz tamamlanmaması sorun oldu.
Ayrıca, 2016 yılı Yüksek Değerlendirme Kurulu’nun toplanamamasıyla birlikte terfilerin yapılamaması başka bir sorun. Üçüncü sorun ise darbe girişimini önleyen polislere verilecek taltiflerin henüz verilmemesi.
Darbe sonrasında yapılan düzenlemelerde İçişleri Bakanlığı bünyesine alınan jandarma teşkilatında +3600 ek gösterge uygulanmasına karşın emniyet teşkilatında +3000 ek göstergenin kullanılması huzursuzluk yaratıyor.
17/25 Aralık’tan sonra görev alan EGM Personel Dairesi bünyesinde yaşananlar, atamaları yapan müdür ve amirlerle ilgili FETÖ iddiaları, son olarak 12 bin 802 polisin isminin yeraldığı açığa alınmasında görülen sıkıntılar nedeniyle listenin yeniden gözden geçirilmesi emniyetin içinde bulunduğu durumun özeti.
Teşkilatta henüz sular durulmadı, kısa zamanda durulacak gibi de gözükmüyor.