YazarlarTelgrafın telleri

Telgrafın telleri

02.02.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ali Sirmen

Telgrafın telleri

SON zamanlarda, basınımızdaki kadın yazarların yazılarına bayılıyorum. Belki öne çıkarmadıkları o kadın kişilikleridir, onları erkekler kadar (aslında belki daha çok ama, bunu itirafa dilim varmıyor) akıllı, bilgili, kültürlü olmanın yanı sıra, erkeklerden daha derin bir duyarlılığa ulaştıran.
Her neyse, onların köşeleri daha bir çeşnili, daha bir lezzetli gibi geliyor bana.
Radikal'de yazan dostum Mine G. de bunlardan biri.
Onun yazısından öğrendim, önceki gece, Fransızlar'ın telgrafa artık veda ettiklerini ve mors alfabesinin onlar için tarihin arşivine göçtüğünü. İki yıl içinde hepten yok olup gidecek, mors teknolojik gelişme karşısında.
Bir dönem insanların, ulusların yaşamlarını derinden etkilemiş, bizim mesleğe çağ atlatmış olan telgrafın ömrü ancak 160 yıl sürdü. Artık fakslar, bilgisayarlar, telsiz telefonlar, uydu haberleşmeleri karşısında telgrafın esamisi okunmuyor.
Evet Sevgili, artık telgrafın tellerine kuşlar konmuyor.
O telgraf ki, mesajı kağıda geçirilip, elimize uzatıldığında, gelecek iyi ya da kötü haber yüreğimizi hoplatırdı.
Hepimizin yaşamında, sevinçli ya da acılı telgraf anıları, hepimizin arşivinde, ak kağıt üzerinde kara mürekkepli, ama duygudan arınmış telgraf mesajı kağıtları vardır.
Yves Montand karısı Simone Signoret ile birlikte seslendirdiği"Le Telegrame" adlı parçasında, hızlı bir iletişim aracı olan, telgrafın duyguları nasıl yokettiğini de hicveder.
Evet gerçekten öyledir ama, telgraf sanayii devriminin en büyük buluşlarından biriydi. Hele bizim meslekte. Çok önemli bir haberi kendi gazetesine ulaştırırken, öbür meslektaşlarını atlatmak isteyen gazetecinin, haberi bittikten sonra, telgraf memurunun önüne, İncil'i koyarak, "şimdi bunun tamamını çek" deyip, makineyi nasıl kilitlediği yıllarca dillerden düşmeyen bir öyküdür.
Ben gazeteciliğe girdiğimde telgraf dönemi geride kalmıştı. Telgrafı büyülenmiş biçimde ilkokul yıllarında Eskişehir Garı'nda tık tık seslerini dinleyip, kendi kendine hareket eden manipleye bakarak izlediğimi anımsıyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Büyük Nutuku'nu okuyanlar, koskoca İstiklal Savaşı'nın askeri ve politik alanda nasıl telgraf başında yönetildiğini görürler.
Nazım Hikmet'in, Kurtuluş Savaşı Destanı'nda da telgrafçı Manastırlı Hamdi şöyle anlatılır:
"1920'nin 16 Martı / öğleden evvel / saat onda / makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara'daki: `Der aliye 16.3.1920 / İngilizler bastı bu sabah Şehzadebaşı'ndaki Müzika karakolunu / Müsademe edildi / İşgal altına alıyorlar Istanbul'u şimdi, / Berayı Malumat arzolunur. / Manastırlı Hamdi."
Mustafa Kemal Atatürk Nutuk'ta Manastırlı Hamdi'den şöyle söz eder: "Bu hamiyetli ve cesur Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felaketinden kimbilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık."
Telgrafçı Manastırlı Hamdi gibi, telgrafın kendisi de tarihe karıştı Sevgili.
Ben şimdi sana yazdığım bu nameyi bitirip, kendimi sokaklara, tenhalara atacağım, ve kimsenin görmeyip duymadığı bir yerde, artık tellerine kuşlar konmayan telgrafı, "telgrafın tellerine kuşlar mı konar / yarim insan sevdiğini böyle mi anar?" türküsünü tutturarak anacağım.
Sevgili sahi sen beni anıyor musun arada sırada?