Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının milli egemenliğini ilan ettiği günün 100’üncü yılı. Bu çok önemli yıldönümü tüm dünyanın korona salgını ile mücadelesine denk geldi.
Koronavirüs krizi nedeniyle kapalı olduğumuz evlerde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının mücadelesini, yaşadıkları zorlukları, elde ettiği askeri, siyasi ve ekonomik zaferleri tekrar durup düşünmenin tam zamanı.
İmkânsız görünen durumlardan bir zafer çıkartabilen ve bütün bir ülkeyi topyekün mücadelede buluşturabilen yegane liderlerden Atatürk, günümüz için de bize hala umut oluyor.
Atatürk hakkında yazılmış en kapsamlı biyografilerden Lord Kinross’un kitabından birkaç anektodu aktarmak isterim.
Planları alt üst etti
Avrupa devletlerinin kendisine karşı planlarını alt üst edip, tarihin yüzünü değiştirerek, ülkesini kurtardı. Devlet adamı Atatürk, ülkesinin bu devletlerce eşit koşullarla kabul edilmesini ve Yakındoğu gibi sık sık değişikliğe uğrayan zor bir bölgede istikrar unsuru olarak kalmasını sağladı.
Atatürk, köylü ile burjuvazi arasındaki gediği kapatması gerektiğini biliyordu. Gelişim ve ilerleme için ardı ardına devrimlere imza atı. Bununla birlikte, Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Devrimi’nden asıl yararlanan şehirli sınıftı. O, bu boşluğun, eğitimin gelişmesi ve ekonomik sorunların etkili bir şekilde ele alınmasıyla kapatılacağını düşünmüştü. Ülkeyi bir bütün olarak üretici bir ekonomik temele yerleştirmek için yeni bir milli savaş açılacaktı.
Napolyon mu, Sezar mı?
Atatürk yaşlandıkça çocuklarla daha çok vakit geçirmeye başlar oldu. Çocuklarla en çok, okuma çağına geldikleri zaman ilgilenirdi. Bazılarını derin sınavdan geçirirdi.
Dönemin büyükelçilerinden birinin zeki bir öğrenci olan kızını, özellikle Napolyon üzerine sorguya çekmişti. Kız, Napolyon’un Josephine’e gönül vermiş olduğunu söyleyince, Atatürk kızdı. Bu kadar işi olan bir adamın aşık olmasına imkân yoktu. Konuyu değiştirdi ve Sezar’dan söz etmeye başladı. Hangisi daha büyüktü. Napolyon mu, Sezar mı? Genç kız, “Sezar” dedi. Sezar, kendine bir unvan aramak zorunda kalmamış, kendi adı unvan olmuştu. Napolyon ise kendini imparator ilan etmişti.
Atatürk, genç kızı övdükten sonra, “Napolyon, ülkesiyle başladığı işi kendisiyle bitirdi” diye özetledi. Atatürk, Napolyon’un “Sadece burnumun doğrusuna giderim, ilerleyişim bu gidişimin sonucudur” sözünü hatırlatarak; “Sadece burnunun doğrusunda gidenler, kafalarını Saint-Helena kayasına çarparlar” demeyi de ihmal etmedi.