1999 yılı Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yıl dönümüydü. Biz bu yılı Ortadoğu’daki İslam ülkeleriyle birlikte kutlamak için bazı çalışmalara başlamışken, İsrail Devleti bu kutlamayı resmen Kudüs’te başlattı. Hemen harekete geçilerek İsrail ile bir protokol yapıldı, bu protokolün bir maddesi de Kudüs’teki İsrail Müzesi’nde “Osmanlı Halıları Sergisi”nin açılmasıydı. Türk İslam Eserleri Müzesi müdürü Dr. Nazan Ölçer’de bu halı sergisinin düzenlenmesini üstlendi. Bir süre sonra sevgili Nazan Ölçer, konuyu bana açtı, bu sergi için yardım edip edemeyeceğimi, serginin düzenlenmesini üstlenip üstlenemeyeceğimi sordu. Sevgili Nazan Ölçer birlikte çalışma fırsatı bulduğum kişiler arasında en titiz ve sevecen insandır. Yapılan her işe çok dikkat eder ve mükemmel olmasını ister, çalışkanlığı ile insanı yorar. Ancak onunla gezi yapmak da büyük bir ayrıcalıklıktır, çalışma konusunda olduğu kadar yeme, içme ve eğlenme konusunda da mükemmeldir. Bunca yıldır birlikte gittiğimiz hemen her gezi de en iyi otellerde kalmış, o şehrin en güzel lokantalarında yemek yemiş, en ilginç yapılarını görmüşüzdür. Bunca işinin arasında vakit ayırıp, gezilip ve görülecek yerleri önceden tespit eder ve sergi açılışlarını takiben hep birlikte buralara gezi yapılır, unutulmaz anılar oluşur.
Serginin açılışı ve gezi
Yoğun bir çalışma sonrası, İsrail Müzesi’ndeki sergi 16 Mart 1999 günü İsrail Dışişleri Bakanı Ariel Şaron, Kültür Bakanı İzak Levi ve Kültür Bakanımız İstemihan Talay’ın katılımı ile açıldı. Ertesi gün Kudüs’ü dolaştık, “Yeterli oldu mu?” diye soracak olursanız cevabım “Hayır” olacaktır. Kudüs bir-iki günde gezilebilecek bir şehir değil, sindire sindire dolaşmak ve nerede ne var öğrenmek için en az üç-dört gün bu şehirde kalmak gerekiyor. Daha sonra, kiraladığımız bir minibüs ile İsrail içinde tur yapmaya karar verdik. İlk durağımız Tel Aviv’in kuzeyindeki Caeserea oldu. Caeserea Maritima antik kenti MÖ 25-13 yılları arasında Büyük Herod tarafından liman şehri olarak kurulur. Roma İmparatorluğu döneminde önem kazanır ve Judaea (Suriye ve Filistin) eyaletinin başkenti olur. Bizans döneminde de Palestina Prima eyaletinin başkentliğini yapar.
Caeserea
Caeserea antik şehrinin içinde büyük bir amfitiyatro ile hipodrom bulunmaktaydı. Büyük oranda restore edilen amfitiyatro dört bin kişilik bir gösteri alanına dönüştürülmüştü. Bütün yaz boyu burada halka açık konserler verilmekte ve büyük rağbet toplamaktaydı. Yarı yıkık sahne binası üstüne yapılan çelik konstrüksiyon sahne, bu tür yapılarda neler yapılabileceğinin en güzel örneklerinden biriydi. Oturma yerlerinin tümü yenilenmiş, izleyicinin güvenliği için her tür tedbir alınmıştı. Amfitiyatronun hemen yanındaki hipodromda kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyordu. Bu iki yapının biraz uzağında kurulmuş olan satış mağazalarında da her tür eşya satılıyordu. Satış mağazalarının yakınında her iki yapının görüldüğü bir lokantada yemek yedik. Gerek ören yeri gerek satış mağazaları gerekse lokantada iğne atsan yere düşmez bir kalabalık vardı. Her zamanki gibi kahroldum! Bizim güzelim ülkemizde buna benzer yüzlerce ören yeri mevcut ama gel de bürokrasiye anlat! Bunları gezip, görülecek ve gelir getirici hale getirmek için ne bekleriz anlamak gerçekten mümkün değil!
Tiberias ve Capernaum
Gezimize Akka’ya doğru devam ettik. Akka’da Napolyon’u hezimete uğratan Cezar Ahmed Paşa’nın yaptırdığı cami ve mezarını ziyaret ettik. Akka’dan sonra uğradığımız Hayfa’nın Bahailer için kutsal bir şehir olduğunu bilmezdim. Denize doğru taraçalar halinde inen büyük bir bahçe düzenlemiş ve çeşitli kotlarda tapınaklar yapmışlar. Geziye açık ve ilginç bir düzenleme. Üçüncü durağımız Nazareth kenti oldu, bana pek ilginç gelmedi, o gece orada kaldık. Ertesi sabah Tiberias’a doğru yola çıktık, kısa bir şehir turundan sonra Hz. İsa’nın köyü olarak bilinen Capernaum’u ziyaret ettik. Capernaum hâlen kazıların sürdürüldüğü bir ören yeriydi. Ören yerinin tam ortasına, ortaya çıkan kalıntılar korunarak, yerden yüksekte yeni bir sinagog yapılmıştı. İçine girildiğinde, tam orta yerinin altında, kalıntılar arasında bulunan eski bir sinagogun ibadet alanı görülüyordu. Ören yerinin tam ortasında yeni bir yapı! Olmuş mu? Elbette hem arkeolojiye ilgi duyanlara hem de ibadet etmek isteyenlere hizmet veren akılcı bir düzenleme yapılmış olup konu dedikodu yerine mimari düzenleme ile çözümlenmiş.
Masada
Son durağımız Lut Gölü kıyısındaki kutsal Masada ören yeriydi. Küçük bir karşılama mekânından ulaşılan teleferik ile çıkılan Masada, Lut Gölü’nden dört yüz metre yüksekliğe erişen bir dağın oldukça düz olan üst bölümüne yapılmış kaledir. Bölgenin her türlü savunmaya müsait oluşu, zaman içinde kalenin depolar ve sığınaklarla takviye edilerek bir yerleşim alanı haline getirilmesine yol açmış. MS 66 yılında Menahem önderliğindeki Museviler, Romalılara karşı bir isyan hareketi başlatır. MS 70 yılında isyan bastırılıp, Roma Orduları Kudüs’ü işgal edince bir grup Musevi bu kaleye sığınır. Kaleyi kuşatan Romalılara teslim olmak istemeyen 960 Musevi intihar etmeyi tercih eder. Toplu intihardan iki kadın ile beş çocuk sağ kalır. Bu nedenle Masada Musevi inancı içinde çok önemli bir yer tutmakta olup yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Teleferik dışında dağa çıkmak için çok dik yamaç boyunca tırmanan bir yol bulunmakta. Bazı insanlar kutsal kabul ettikleri bu ziyaret görevini, dik yamacı tırmanarak yapmayı tercih etmektedirler.
Masada’ya ikinci gidiş
Masada’yı bu ilk ziyaretimde, o dönem henüz dijital fotoğraf makinam olmadığı için klasik fotoğraf makinamla az miktarda dia çektim. Dağın üstünde kalıntı olarak pek bir şey yoktu, kuzeye bakan dik yamaç üzerinde ise ulaşılması zor bazı kalıntılar olduğunu gördük. 2005 yılında bir kez daha Masada’ya gittik. Eski giriş mekânının yerine çok büyük, AVM benzeri bir karşılama mekânı yapılmıştı. Bu yapının bir bölümünde, her türlü imkân kullanılarak Masada tanıtılmakta olup dikkat çekici sunumlar yapılıyordu. Diğer bölümlerde ise her tür eşya, her tür yiyecek ve içecek satılıyordu. Teleferik yenilenmiş ve yüz kişiye yakın insanı alacak şekilde büyütülmüştü. Dağa çıktığımda hayretler içerisinde mükemmel düzenlenmiş bir ören yeri ile karşılaştım. Bir ara “Daha önce ben buraya mı gelmiştim?” diye düşündüm. Artık dijital fotoğraf makinam olduğu için iki yüze yakın kare çektim. Birkaç saat dolaştığımı hatırlıyorum. Dönüşte önceki ziyaretimde çektiğim kareler ile bir karşılaştırma yaptım. İlk ziyaretimde beş dia çekmişim, her ne kadar dia çekiminde mecburen biraz cimri olsak da eğer ilgi çekici bir şeyler olsaydı mutlaka çekerdim. Zaten hafızamın beni bu kadar yanıltması da mümkün değil. Aradan geçen altı yıl içinde, çok azı gerçek, büyük bir bölümü yeniden inşa edilen muazzam bir ören yeri yaratılmıştı.
Bizim ülkemiz ve kifayetsiz muhterisler!
Bizim ülkemizde bırakın bu ölçekteki bir düzenlemeyi, var olan ören yerlerine ihtiyaçları karşılamak için yapılan en ufak müdahalelere bile karşı çıkan bir grup oluştu. UNESCO, ICOMOS kuralları bunları yasaklıyor diye büyük vaveyla kopartıyorlar. İsrail’de hem UNESCO hem de ICOMOS üyesi! Nasıl oluyor da böylesi bir düzenlemeye karşı çıkan ne ulusal ne de uluslararası bir kuruluş duymuyoruz? Bir dönem Mustafa Denizli’nin dile getirdiği gibi, “Bizim çektiğimiz sıkıntılar içimizdeki neyi bilip neyi bilmediğinin farkında olmayan İrlandalılar’dan kaynaklanmakta.” Büyük oranda bilgisizliğin getirdiği haset duygusu hemen her konuda atılım yapmamıza ve sahip olduğumuz kültürel sermayemizi kullanarak zenginleşmemize mâni olmakta. Bu satırları okuyan dostlarımdan bir ricam var, lütfen internete girip, Caesarea, Capernaum ve Masada’da yapılan düzenlemeleri görün ve düşünün “Bizim akıl dışında neyimiz eksik?” Acaba, “Kifayetsiz muhterislerin ülkemize verdikleri zararı nasıl gideririz?” Artık daha çok çalışıp, aydınlık bir gelecek için bu nitelikteki insanlardan ve onların olumsuz fikirlerinden ülkemizi kurtarmamız gerekiyor.