Bugünlerde sevgi adına intihar edenlerle dolu gazeteler. Sevgilisiyle tren raylarına yatanlar, reddedildiği için aldığı ilaçlarla uyanmamayı tercih edenler, yükseklerden atlayanlar... Her bir
haber, her bir fotoğraf içimdeki çığlığı yükseltiyor. Yaşlarına bakmadan, "Durun be çocuklar, sevgi bu değil" diye bağırasım geliyor.
Ölüm hakkının da bireyin elinde olması gerektiğine inananlardanım. Bu yüzden de intihara teşebbüs edenleri zayıflıkla suçlamam ya da herkesin ömrü yettiğince yaşaması gerektiğini savunmam.
İntihar riski olan hastalarımla yaptığım bir anlaşmam vardır benim. "Ölmeyi tercih ederseniz size saygı duyarım, ama sizden bir isteğim var. Bu noktaya ulaştığınızda bana
telefon açın lütfen. Durdurmaya çalışmayacağım, sadece bardağı dolduran
son damlayı tutmaya çabalayacağım. Belki o anda size çözülemez gelen sorun, başka bir açıdan bakıldığında aşılır hale gelebilir veya kırılan bardak, bozulan araba o kadar da önemli değildir aslında. Anlık algılamalar ve duyumsamalar yaşamın bitişine karar verecek değerler olamaz. Açtığınız telefonla bu farklı açıyı ya da yaşam karşısında karşılaşılan sorunun ne denli küçük olduğunu gösterebilirim belki size. Ben, kararınızdan vazgeçirmeye çalışmayacağıma, siz de beni arayacağınıza söz verirseniz sizinle çalışırım."
Kendilerine ve kimseye güvenmedikleri, ölümün sularında gezindikleri bir dönemde, bu denli açık bir anlaşmaya çoğu insan yürekten katılır. Onları yanıltmam, onlar da bana verdikleri sözü tutarlar. Anlaşmaya itiraz eden ya da tereddütlü olduğunu hissettiğim insanlarla terapiye başlamam.
Demek istediğim, sevgi adına intihar ya da teşebbüs edenlere karşı haykırma isteğim, intihara karşı oluşumdan değil, sevgi için ölünmeyeceğine inanmamdan kaynaklanıyor. İnsan birden fazla kez aşık olur. Ben oldum, Nazım da, Maykovski de, sevilen şarkıcı da, ressam da, bilim adamı da. Kaybedilen o sevgidir sadece, gelecek sevgiler değil. Farklı tatlarda da olsa, yaşanır yine yoğunlukla. Geçmişte terk edilen, ayrılan insanlar da yaşamlarını sürdürüyor şu anda. Mutlu ya da mutluluğun eşiğindeler. O ya da bu nedenden bitmesine gerektiğine inandığım duygularım oldu benim de. Üzüldüm tabii, hatta canımın acısını hissettim tüm organlarımda her bir solukta. Şimdi acısız derin nefesler alıyorum birçok insan gibi. Üstelik bu hüzünlü sızılı zamanlarda, başka yaşam dairelerim de olduğu için daha kolay ve çabuk oldu yeniden ve aynı hızla yaşama katılmam. Durun açıklayayım size. Bir kalemle kocaman bir daire çizin. Bu daire ile farklı paydalarda kesişen irili ufaklı başka daireler de ekleyin. Ortadaki en büyük daireye, kocaman BEN yazın. Sizin için taşıdıkları değere ve paylaşma alanlarınıza göre, "ben"le buluşan daireleri de isimlendirin. İşim, ailem, sevgilim, eşim, dostlar, çocuklar, zevklerim vb. Bu dairelerden biri gitse, örneğin sevgili, eş, iş gene yaşanır; çünkü yaşama zevki ve coşkusu veren başka dairelerimiz de var. Yani hiç kimse ve / veya hiçbir şey, her şey olmadığı sürece, neyi kaybedersek kaybedelim yaşam rüzgarını bir yerinden yakalarız.
Aşık olmak ve sevmek çok güzel. Duygularımıza benzer titreşimler almaksa en güzeli, ama bir daha uyanmamaya götürmez aşksız ve sevgisiz kalmak. "Ben"de sevecek yürek, ruh, akıl olduktan sonra, bir gün bir yerde doğru insanla kucaklaşır mutlaka. İşte bu yüzden sevgi için ölünmez, yaşanır.
(Önemli not: Yazıdan, "Nasıl olsa başka aşklar bulurum" deyip, yaşadığımız aşkların değerini bilmeyeceğimiz anlamının çıkmayacağını söylememe gerek yok sanırım.)