Hem vizesiz hem de yeni çipli kimlikle gidilebilecek oldukça etkileyici bir rota Tiflis. Yeni çipli kimlik derken pasaporta ihtiyacınız da yok demek oluyor bu. Müthiş değil mi? Öyleyse ani bir kararla hemen uçak biletini alıyor, o hafta sonu için bir kaçamak planlıyoruz:)
Çok da uzak olmayan ve hemen yanıbaşımızdaki, eskinin büyüsünün tüm şehre hakim olduğu bu başkente vardığımızda gece saat dört sularıydı. Cumartesi sabahına dinç uyanabilmek için hemen taksiyle konaklayacağımız otele gidip bir güzel uykumuzu aldık. Hazırsanız bu güzel başkentte üç günümüzü nasıl dolu dolu geçirdiğimize birlikte göz atalım:)
İlk günümüzde kahvaltımızı yakınımızda yer alan gelmeden önce not aldığımız ‘Lolita’da yaptık. Atmosferini ve yemeklerini çok sevdik. Hatta oldukça memnun kaldık diyebilirim, o kadar memnun kaldık ki akşamları bile geldik:) Ardından Tiflis’te nereden bakarsanız görebileceğiniz adeta Tiflis’in simgesel yapısı haline gelmiş Sameba Katedrali’ne doğru yol alalım dedik. Bu katedral dünyanın üçüncü en yüksek Doğu Ortodoks katedrali ve neredeyse dünyanın en büyük dini yapılarından biriymiş. 1995’te inşasına başlanmış ve 2004’te bitirilmiş. Gelin görün ki biz buraya gittiğimizi zannederken Vake bölgesinde bulunan Sameba Katedrali’ne gitmişiz, yanlış yerdeyiz:) Böylelikle Tiflis seyahatimizde ilk golü kalemize bu şekilde yemiş olduk, harika bir başlangıçtı:) Daha sonra bari o kadar yol geldik diyerek Vake Park’a bir göz atıp Rustaveli caddesine geçtik. Rustaveli’de akşam keyifli bir yürüyüşün ardından Özgürlük meydanındaki Paul’da akşam yemeğimizi yiyerek olaysız bir şekilde dağıldık.
Pazar günü kahvelerimizi konsept mekanlar içinde açık ara en iyisi olan ‘Linville’de içerek rotamızı ‘Old Tbilisi’ tarafına, eski Tiflis bölgesine çevirdik. Böyle biraz Balat havası almadım değil zaman zaman, kesinlikle sokaklarında kaybolmanızı tavsiye ediyorum:) Ardından Kura nehri üzerinden geçerek teleferikle 4. yüzyıldan kalma Narikala kalesine çıktık. Hemen yanında ise Gürcü Ana heykeli (Mother of Georgia) bir diğer adıyla ‘Kartlis Deda’ heykeli bulunuyor. 20 metre yüksekliğindeki heykelde Gürcü Ana’nın bir elinde dostlarına ikram edeceği şarabı diğer elinde ise düşmanlarla savaşacağı kılıcı var. Tüm başkent ayaklarınızın altında, arkada piyano sesleri ve yukarıda içinizi ısıtan eşsiz bir güneş var... Tepeden manzara tek kelimeyle enfes, mutlaka hem gündüz hem de akşam ayrı ayrı görmelisiniz.
Gürcü Ana heykelinin hemen arkasından Tiflis Botanik Bahçesi’ne doğru uzunca merdivenlerden indik. İçerisinde bir de şelale barındıran bahçede yeşillikler içinde yürüyüş yapmak eminim herkese iyi gelecektir. Botanik bahçesinden çıktığımızda kendimizi Tiflis’in en turistik bölgesi yani Sultanahmet’inde bulduk. Abanotubani semti sülfür hamamlarıyla ünlü hatta 24 saat açık olanları bile varmış. Yüzyıllardır buradaki sülfürlü sular hem Gürcülere hem turistlere şifa sağlıyormuş.
Bu bölgede gezinirken Gürcülerin en ünlü lezzetlerinden olan Khinkali ve Khachapuri’yi denemeyi ihmal etmedik. Khinkali, bizim mantının baya büyüğü. Khachapuri de bildiğiniz bizdeki peynirli pide. Özetin özeti bir tanımlama yapmış oldum ama inanın hamur işlerinin yoğun olmasından ötürü bizim mutfağımızla benzerliklerine siz de şahit olacaksınız:)
Kasım ayında bu güzel ve güneşli günde biraz Rike parkta dolaşarak Barış köprüsünden geçtik. Öylesine eski ve tarihi sokaklardan sonra bu köprü ve parktaki konser salonu bizi epey şaşırttı. Kafkasların en önemli merkezlerinden biri olan Tiflis bizlere adeta doğu ile batının sentezini sunuyordu. Oradan sanat kokan sokaklara, Rezo Gabriadze tiyatrosunun olduğu sokağa doğru yürüdük. Akşamları burda kukla gösterileri oluyormuş biz denk getiremedik ama sizin aklınızda bulunsun. Biraz soluklanmak için hemen o sokakta köşedeki İran esintili buram buram sanat kokan ‘Leila’ adlı cafeye oturduk. Şiddetle önerimdir mutlaka gidilsin hatta “kaklucha” adlı şekerlemesinin tadına bakılsın:)
Tiflis’e yolunu düşürecek herkes az çok demeden bu hostelin adını duymuştur mutlaka; ‘Fabrika Hostel’. Gitmeden önce neden bu kadar abartılıyor demiştim yalan yok. Gidince düşüncelerim değişti, abartalım hatta biraz da ben abartayım:) Avrupa’nın hatta dünyanın en iyi hosteller sıralamasında ilk sıralarda yer alabilir bence. Sadece bu hostel için Tiflis’e gelenler olduğunu söylesem ne dersiniz? Yok artık dediğinizi duyar gibiyim:) Biz akşamları gittik oldukça keyif aldık fakat tek eksiği sanki bir Türk kahvaltıcısı, o da olsa tadından yenmez. Duvarlarındaki muraller buraya gelme sebeplerimizin başında geliyordu tabiki:)
Son günümüzde gezimize artık şu çok meşhur nehrin kenarındaki bit pazarından (Dry Bridge Market) başladık. Oradan Rustaveli’ye geçerek kahve molası verdik sonrasında ise şu ilk gün gidemediğimiz Sameba Katedrali vardı hatırlıyor musunuz?:) İşte ona sonunda ulaştık, Rustaveli’den metroyla iki üç durak gidip sonra yürüdük. Metroları oldukça derin tıpkı Kiev gibi eski Sovyet ülkesi kokusunu alıyorsunuz hemen. Katedral oldukça devasa büyüklükte, Tiflis gezi rehberinizin olmazsa olmazı olmalı diye düşünüyorum.
Sameba’dan çıkıp taksi çağırıyoruz, gideceğimiz yer biraz şehrin dışında çünkü. Tiflis’te direksiyonlar hem sağda hem solda bulunabiliyor bu sizi şaşırtmasın:) Tiflis denizi yakınında Gürcistan tarihini anlatan anıta varıyoruz. Anıtın yani ‘The Chronicle of Georgia’nın yapımına 1985’te başlanmış ama henüz tamamlanabilmiş değil. Vaktiniz olursa burayı da listenize dahil edebilirsiniz.
Vizeye, pasaporta gerek olmadan yeni çipli kimlikle girebildiğimiz Gürcistan’ın başkenti Tiflis, bize beklediğimizden daha güzel ve keyifli bir üç gün yaşattı. Sizlerde havam değişsin ama çok da uzak ve bütçeme zararlı olmasın, hafta sonu kaçamağı yapayım ama yurt dışı olsun dediğiniz bir tatil rotası arıyorsanız tam olarak doğru lokasyon burası. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle, pusulanız hep tatili göstersin:) Hoşça kalın.