Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Washington
Bu kez Wilson Center ile Turkish Policy Quarterly dergisinin davetlisi olarak birkaç haftalık bir aradan sonra tekrar Washington’dayız. Muhataplarımızdan gelen sorular ise daha çok Ortadoğu’da yaşanmakta olanlar ve Türkiye’nin bu çerçevedeki konumu ile ilgili.
Suriye’deki olaylar ile Türk-İsrail ilişkilerine bu kapsamda özel bir vurgu yapılması da tabii ki şaşırtmıyor. 12 Haziran seçimlerinden kazanarak çıkacağı varsayılan Başbakan Erdoğan’ın Suriye lideri Beşar el Esad üzerinde ne denli etkin olabileceği merak ediliyor.
Erdoğan’ın Türkiye ile İsrail arasındaki husumetin sona ermesine somut katkıda bulunmaya hazır olup olmadığı ise diğer başlıca merak konusunu oluşturuyor.
Erdoğan’ın ünlü Amerikalı TV sunucusu Charlie Rose’a hafta içinde verdiği röportaj sırasında bu konularda söyledikleri de not edilmiş bulunuyor.
Erdoğan’ın Rose’a Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmediğini söylemesinin aslında yeni bir şey içermediği biliniyor. Ancak, Usame bin Ladin’in öldürülmesi ABD kamuoyunun terörizm karşısında tavizsiz bir şekilde durulması konusundaki kararlılığını iyice pekiştirmiş.
Bu nedenle Erdoğan’ın Hamas ile ilgili sözleri yeni bir şey içermese de buradaki sinirlere yine de dokunmuş. Erdoğan’a yanıt olarak “Terör taktiklerini kullanan Hamas özgürlük için mücadele eden bir örgüt ise, o zaman PKK ne oluyor?” sorusu neredeyse otomatik olarak soruluyor.
Öte yandan, yeni bir Gazze filosunun yola çıkmak üzere olduğuna ilişkin haberler de -filoya dahil olacağı belirtilen İHH’dan dolayı- dikkatleri yine Türkiye üzerinde yoğunlaştırmış bulunuyor.
Ankara’nın bu kez nasıl bir pozisyon takınacağı kestirilmeye çalışılıyor. ABD Temsilciler Meclisi’nden 36 milletvekilinin Erdoğan’a filoyu engellemesi için bir çağrıda bulunması ise bu konuda duyulan hassasiyeti ortaya koyuyor.
Ancak Erdoğan’ın Rose’a Hamas ve İsrail konusunda söyledikleri Türkiye’nin bu kez de filoya müdahale etmeyeceğine dair izlenimi pekiştirmiş bulunuyor. Edindiğimiz izlenime bakılırsa, Türklerin dahil olduğu ikinci bir Mavi Marmara olayının yaşanması Türk-Amerikan ilişkilerine ciddi zarar verecek.
Bunun olmaması için Erdoğan hükümetinin Gazze’ye gönderilen yardımlar konusunda İsrail ile işbirliği yapması bekleniyor. Ancak gerçekçi açıdan bakıldığında bunun bu aşamada pek mümkün olmadığı da görülüyor. Onun için bu konuda Washington’da gergin bir bekleyiş var.
Burada bir parantez açıp şunu da belirtmeliyiz. Erdoğan’ın yaptığı ve Ankara’daki ABD Büyükelçisi Francis Ricciardione tarafından anında “anlamsız” diye yanıtlanan, “Türkiye terörle mücadelede yalnız bırakıldı” sözlerinin de Washington’daki yetkili çevrelerde kızgınlık yarattığı belirtiliyor.
Başka bir deyişe, Ricciardione’nin ABD’nin Türkiye’ye terör konusunda en çok destek veren ülke olduğu iddiası burada da tekrarlanıyor. O kadar ki, sanki Erdoğan’ın bunu söyleyeceği önceden tahmin edilmişçesine herkesin ayni yanıtı vermek üzere anlaştığı gibi bir durum söz konusu.
Bu arada bir Amerikalı kaynağa göre ABD Dışişleri Bakanlığı’nda “terör konusunda Türkiye’ye verdiğimiz desteği keselim ki fark ortaya çıksın” diye konuşanlar varmış. Ama böyle bir şeyin söz konusu olamayacağı da vurgulanıyor.
Suriye konusuna gelince, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Erdoğan’ın Esad’a “acil reformlar gerçekleştirmesi” için yaptığı çağrıların ne denli etkin olacağı da başlıca bir merak konusu. Ancak bu açıdan çok fazla umudun olmadığı da görülüyor.
Sonuçta Esad’ın çıkışı olmayan bir yolda ilerlediğine dair kanaat burada yerleşmiş durumda. Fakat Esad’ın gitmesi halinde arkasından ne geleceği de kestirilemiyor. Bu nedenle, ABD’nin Suriye ile olan gerginliğine rağmen, Amerikalı yetkililerin de, Başbakan Erdoğan’ın Rose’a söylediği gibi, Esad’a gitmesi için çağrıda bulunmak için zamanı henüz erken buldukları anlaşılıyor.
Washington’a iki gün süreyle konuştuğumuz kişilerden edindiğimiz bazı izlenimler böyle...