Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Obama yönetiminin tüm Amerikan birliklerini 31 Aralık’a kadar Irak’tan çekeceğini açıklaması bölgesel dengeleri etkileyeceğe benziyor. İsrail’e her konuda destek vermesi nedeniyle -kurulu düzeni savunan Araplar nezdinde olmasa bile- Arap kitleleri nezdinde itibarı sıfır olan ABD’nin içine düştüğü bu durum, ilk bakışta, bölge için hayırlı sayılabilir.
Bu görüşte olanlar arasında İngilizlerin ünlü “Economist” dergisi de var. Derginin son sayısındaki analiz-yoruma göre, “Batı’nın bölgede kısa vadede kaybedeceği etkinin yerini, uzun vadede, dürüst hükümetlerle oluşturulacak iyi ilişkilerden kaynaklanan etki alacak.”
Bu iyimser yorum, demokrasinin ve şeffaf yönetimin bölgeye, “kısa vadede” olmasa bile, makul bir süre içinde geleceği inancına dayanıyor. Tunus’taki seçimler ve Mısır’da seçimler için yapılan hazırlıklar da böyle düşünenlere umut veriyor.
Ancak, Economist bölgeye “dışarıdan bakanların” görüşünü yansıtırken, “içerden bakanlar” için durum daha karmaşık görünüyor. Bu nedenle ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle devreye girecek dinamiklerden endişe duyduklarını açıkça ortaya koymaya başlayan Arap kanaat önderleri var.
Bunlardan biri Ürdün’ün başkenti Amman’daki “El Kuds Siyasi Araştırmalar Merkezi”nden Oraib el Rantawi. Rantawi’nin konuyla ilgili 27 Ekim tarihli yazısına göre, Washington bu çekilme kararıyla “Irak’ı, bir damla kan akıtmadan, İran’a teslim etmiş olacak.”
Arap Baharı öncesindeki bölgesel düzeni özleyen önemli Arap siyasi şahsiyetlerin de bu görüşü paylaştıklarını görüyoruz. Suudi Arabistan’ın eski istihbarat şeflerinden ve eski Washington büyükelçilerinden Turki bin Faisal al Saud bunlardan biri.
Yakında dışişleri bakanı olması beklenen Faisal al Saud’un “tehdit” olarak gördüğü İran hakkındaki sert ve “uyarıcı” açıklamaları son dönemde peş peşe geliyor. Faisal al Saud’un, İran’ın Washington’daki Suudi Büyükelçisi’ne karşı suikast tertiplediğine dair ABD iddiasını sorgusuz sualsiz kabul etmesi de ayrıca dikkat çekiyor.
Oraib el Rantawi’nin yazdıklarına dönersek, kendisi istikrarın Ortadoğu’ya yakın bir gelecekte gelebileceğine inanmıyor. Ürdünlü araştırmacı bu konuda şunları belirtiyor:
“Özgün kalkınma modellerine dayanan demokratik seçenekler oturana kadar bölge büyük olasılıkla bölgesel ve uluslararası çatışmalarla iç çekişmelerin arenası olacak. Bu da önümüzdeki 10 yılın büyük bölümünü alabilir.”
Rantawi, ABD’nin geleneksel olarak baskıcı bölge rejimlerini desteklemiş olması ve her zaman İsrail’in yanında durmuş olması nedeniyle ilerde bölgeye kolay dönebileceğine de inanmıyor. Bunun İran korkusu nedeniyle bugün Washington ile askeri ilişkilerini derinleştiren Körfez ülkeleri açısından ne denli geçerli olduğu tartışılabilir tabii.
Ancak, ABD’nin önümüzdeki dönemde Ortadoğu’da yine de belli bir siyasi ve askeri boşluk bırakacağı anlaşılıyor. Rantawi’ye göre, bu boşluğu doldurmak için yarışacak ülkelerin başındaysa, demokrasi ile fazla ilgileri olmayan, Rusya ve Çin gelecek.
Öte yandan Rantawi, bu süre zarfında bölgesel etkilerini fiili olarak en çok arttıracak ülkelerin Türkiye ve İran olacağına inanıyor. Bu çerçevede, “ekonomik ve demokratik modeli ve Sünni dünyasındaki lider konumuyla Türkiye’nin geleceği temsil ettiğini” vurgularken, “İran’ın model olarak Araplara sunacağı bir şeyi olmadığını” belirtiyor.
Ankara’da sık sık konuştuğumuz Arap diplomatlar da, İran’ın artan bir bölgesel istikrarsızlık unsuru olacağı inancındalar. Tahran’ın bu çerçevede, stratejik müttefiki olan Suriye’de, son gelişmeler nedeniyle, kaybetmekte olduğu bölgesel etkinliği, nüfusları ağırlıklı olarak Şii olan Irak ve Bahreyn gibi ülkeler üzerinden telafi etmeye çalışacağını düşünüyorlar.
Uzun lafın kısası, İran’ın artan bölgesel etkisinden kaygılanan Arap kanaat önderleri arasında, bir ara telaffuz edildiğinde kendilerini rahatsız eden, “Türk modelinin” meziyetlerine olan inancın yayıldığını görüyoruz.