Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hitler’den esintiler taşıyan “patolojik milliyetçiliği” 1990’lı yılların Avrupa’sında yeni boyutlara taşımış olan radikal Sırplar elbette ki “önderlerinin” 16 yıl gecikmeyle de olsa yakalanmasına ateş püskürüyorlar.
Fakat ellerinde 200 bin kişinin kanı olan ve “Büyük Sırbistan” sevdasıyla yola çıktıktan sonra bir soykırıma imza atarak milletinin adını uluslararası camia nezdinde lekelemiş bulunan Radko Mladiç’in yakalanması, Sırplar için yeni ve temiz bir sayfanın açılması açısından tarihi bir dönüm noktadır.
Birçok kişi elbette ki, “Niçin şimdi de 10 yıl önce değil” sorusunu sorup, Belgrat’ın nihayet bu konuda harekete geçmesini müstehzi bir kuşkuculukla Sırbistan’ın AB umutlarına bağlıyor. Bunda gerçek payı olsa da meseleyi doğru zemine oturtmak gerekiyor.
Bizde de bakıyoruz sırf AB’ye çamur atabilmek için Mladiç’in ne yaptığını ve neyi temsil ettiğini tabii bunu gerçekten anlayabilmişlerse unutmayı dahi göze alabilenler var. Bakış açılarını anlamak da güç değil zaten.

Cinayetlere gerekçe
Sonuçta onların dünya bakışına göre Mladiç “ülkesinin bütünlüğünü korumak amacıyla Avrupa’nın Yugoslavya’yı bölme projesine karşı durmuş bir kişi.” Hırvatistan ve Bosna’da işlediği cinayetler ise ancak ikinci planda geliyor.
Mladiç’in yakalanması tabii ki bir boşlukta gerçekleşmedi. Sırbistan’ın kendisini beş yıl önce yakalaması için nedenleri daha az ve yakın geçmişte suikastlarla bezenmiş olan iç siyaseti açısından tehlikeli iken, durum bugün çok farklı.
Onun için konuya, sanki kötü bir şeyden söz ediyormuş gibi, “Görüyorsunuz, AB projesini bal gibi yürütüyor” açısından bakmak yerine, “Sırbistan niçin, Yugoslavya’dan kopan Makedonya ve Bosna Hersek de dahil olmak üzere diğer cumhuriyetler gibi can havliyle AB üyesi olmak istiyor?” sorusunu sormak gerekiyor.
İşin arka planının Türkiye’de yeterince bilindiğinden de emin değiliz. Bundan kısa bir süre önce AB’nin Sırp vatandaşlarına vize uygulamasını kaldırdığı medyamızda yer aldı. Ancak bu haberler konuyu daha çok, “Sırbistan’a var bize neden yok” açısından ele alıyordu.
Bir parantez açacak olursak, Sırplara karşı savaş suçu işlemekle suçlanan General Ante Gotovina’yı yakalayıp, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim etmekle önünü açan Hırvatistan’ın 2013’te AB üyesi olabileceğine dair haberler de geçtiğimiz günlerde medyamızda aynı eda ile ele alındı.
Sırbistan’a dönersek, Sırpların hem kültürel, hem sosyal, hem de ekonomik nedenlerle “Avrupa ailesine ait olma” arzuları, bizdeki durumun aksine, her zaman güçlü olmuştur.

İlk başkaldıran Sırplar
Avrupa’da modern çağı açan Fransız devriminden esinlenerek Osmanlı’ya karşı bu nedenle ilk baş kaldıranlar da zaten Sırplardı.
Yugoslavya savaşı sırasında Müslüman ve Boşnakları öldüren milliyetçi Sırp çeteleri de “Hıristiyan Avrupa’nın işini yaptıklarını” standart bir söylem haline getirmişlerdi. Avrupa’nın o savaş sırasında -ABD’nin baskılarıyla da olsa sonunda takındığı tutumu hâlâ hazmetmekte zorlansalar da, Sırplar bu sevdadan bugün de vazgeçmiş değiller.
Avrupa’nın içinde bulunduğu krizi bilmelerine ve AB’nin vize şartını kaldırmasından sonra Avrupa’ya Sırbistan’dan akın eden mülteciler nedeniyle şu anda bu vizenin geri getirilmesinden söz ediliyor olmasına rağmen, Belgrat “AB adaylığının” bu yılın sonuna kadar resmen ilan edilmesini bekliyor.
Bunun üç önemli temel önkoşulu vardı. Patolojik Sırp milliyetçiliğinin “sivil kanadını” temsil eden Slobodan Miloseviç ve Radovan Karadiç ile askeri kanadını temsil eden Radko Mladiç’in Lahey’e teslim edilmeleriydi. İlk iki koşul yerine getirilmişti, şimdi üçüncüsü yerine getirilmiş oluyor.
Milliyetçi Sırplar ne derse desin, Türkiye ile çok iyi ilişkileri olan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç’in temsil ettiği vicdan sahibi uygar Sırplar, bu önkoşulların yerine getirilmesinin sadece AB perspektifi açısından değil, dünya kamuoyu nezdinde ağır töhmet altında olan ülkelerinin uluslararası itibarı ve geleceği açısından da önemli olduğunu biliyorlar.